Afet Kasarcı: “Dert Varsa Derman İçinde Saklı.”

Afet Kasarcı yıllarca sürdürdüğü resim öğretmenliğini önce bir rüya ardından bir yazı ve ‘muhabbet’le tanıştıktan sonra bırakıp sanat terapisine yönelen bir terapist ve sanatçı.
 
Çok katmanlı insan ruhunu tüm çıplaklığıyla tuvallerine aktaran Kasarcı, maneviyat psikolojisi alanında uzmanlaşmış bir isim. Sanat terapisini, insanın içine doğru yaptığı o hiç bitmeyen yolculuğunu konuştuk. Biz şifa bulabilir miyiz derken şifanın kendisini tanımışız.

 
KİŞİNİN KENDİNE FAYDASI OLMADIĞI YERDE BAŞKASINA NE FAYDASI OLABİLİR Kİ?
 
Bize kendinizi tanıtır mısınız? Afet Kasarcı kimdir?
1972 İstanbul doğumluyum. Marmara Üniversitesi Resim Öğretmenliği bölümü mezunuyum, mezuniyetimin ardından özel okullarda uzun süre öğretmenlik yaptım. Eğitim sistemimizde revaçta olan dersler bellidir, resim, müzik ve beden eğitimi dersleri çoğu zaman üvey evlat gibi görülür. Aslında çocuğun duygu ve düşüncelerini, aynı zamanda hayal gücünü ortaya çıkarmasında sanat dersleri zemin hazırlar ve duygusal zekanın (EQ) gelişmesinde katkısı vardır. Bunu bile yeni yeni dillendirmeye başladı eğitimciler. İnsanı bütüncül bazda, yani ruh, beden, zihin olarak kabul etmeyen bir müfredata tabi olmak beni oldukça rahatsız etti. Muhakkak ki herkes çok iyi resim çizemeyebilir; ben çocukların kötü, çirkin resimler de yapıp bunlarla yetinebilmelerini ve kendileriyle barış içinde olmalarını sağlamak istedim. Ben bu mesleği yapıyorum ama bu çocuklara ne katacağım gibi sorular sordum kendime. Asıl hedefimin ağacın gövdesinin kahverengi, yapraklarının yeşil olduğunu söylemek değil onlara yönergeler vermeden sınırlarını aşıp kendilerini özgürce ifade edebilecekleri zeminler hazırlamak olduğunu fark ettim. Ve sistemin içinde daha fazla varlık göstermek istemedim.
 
Peki sonra ne oldu?
O dönem, ben ne yapıyorum gibi sorgulamalarla biraz sancılı geçti. Düşündüklerimle beklentiler arasında gelgitler yaşamaya başladım. 2003 yılında Mustafa Merter Hoca’nın gazetede bir yazısını gördüm. Çok garipti, bir abimin dükkanına gitmem, orada 4 gün öncesinin gazetesinde o yazıyı görmem… Ben Ötesi yazısını gördüm, eve gidip okumaya başladım ve işte tamam dedim. Bir şey oldu sanki. Çevremizde bizi anlayan ve paylaşımda bulunabileceğim insanlar da yoktu o dönemde. Mustafa Hoca’yı aradım, yanına gittim ve tanıştık. Ben ne kadar dolmuşum ki huzur içindeki odasında konuştum da konuştum. O beni tebessüm halinde, büyük bir sabırla dinledi. Hoca ile aramızda bir bağ oluşmaya başlamıştı. İçerde bir arayışın vardır ya doğru insanı bulmak istersin hani, benim içim o gün rahatladı.
 
Ve içinizdeki değişim de kendini göstermeye başladı…
Aynen söylediğiniz gibi… Mustafa Hocam’dan Allah razı olsun beni çok güzel insanlarla tanıştırdı. Hal ehli insanları gördüm ve insanlara bakışım değişti. Bu insanların davranışlarını, üsluplarını, insana olan yaklaşımlarını gözlemlemeye başladım. Gerçek insanla temas ettiğimi hissettim ben. Muhterem Şefik Can Dede’me gittiğimizde 96 yaşındaydı kendileri; işte o an bende bir temizlenme başladı. Konya’da latif gönüllü bir de Selahaddin Hoca’mız vardı. Bu insanlar benim hayatımdaki önemli şahsiyetler oldu hep.
 

afet kasarcı

 
Peki bu dönemde resim yapıyor muydunuz?
Aynı dönemlerde yeniden öğretmenliğe başladım. Okulda zor zamanlar geçiriyordum. O kaotik ortam beni zorluyordu. Mustafa Hoca bir gün bana ‘’Sana zarar veren insanların önünde secde et.’’ dedi. Nasıl yani dedim içten içe, bana o insanlar zarar verirken benden istenen iyi davranışlar sergilemem ve yapılanları görmemem. Nefsimle savaş halindeydim. O benim bakış açımı farklı bir yöne çekmeye gayret ediyordu. Artık 3 sene sonra bu ortama daha fazla dayanamıyordum ve o günlerde etkileyici bir rüya gördüm. ‘Kafesin içinde bir kuş vardı, ölmek üzere. Bir el onu kafesten dışarı çıkarıyordu. Hocam’a bunu anlattığımda ‘İyi dayandın, vakti gelmişti’ deyip, hilmle yaklaşarak almış olduğum kararı onayladı. İlerleyen zamanlarda bana resim yapıp yapmadığımı sordu. Hiç kendim için resim yapmadığımı fark ettim o zaman. Kişinin kendine faydası yokken bir başkasına ne faydası olabilirmiş ki. Ve resim yapmaya başladım. Ara ara resimlerimi hocaya götürüyordum. Kendileri tebessümle ‘Çok güzel olmuş’ diyerek devam etmemi söylüyordu. Bir süre sonra evde bütün resimlerimi yere yayıp baktım, gerçekten berbat gözüküyorlardı hatta ürkütücü. Çizgiler keskin. En sonunda insan yüzlerinden oluşan bir resim çıktı ortaya. Mustafa Hocam da o sırada Dokuz Yüz Katlı İnsan’ı bitirmiş, resimleri için ressam arıyordu. Bu resmi gördü ve ’’İşte bu!’’ dedi. Resmimi kitabına kapak yaptı. Onun düşündüğü şeyi ben resmetmişim habersiz bir şekilde. Sonra içeriğe birtakım grafiksel çalışmalar yaptık. Böylece Hoca’ya görsellerde yardımcı olmaya başladım. Hayatın içinde çok şeyler yaşayınca hem duygusal hem zihinsel yönden sertleşiyormuşsun. Bu süreç böyle devam ederken hayatımda güzellikler gelişmeye başladı. İnsanlarla, doğayla, hayvanlarla olan ilişkilerim güzelleşti. Çalışmalarıma da sürece de bakarken yaşadığım şeylerin felsefesi gelişmeye başladı bende.
 

afet kasarcı

 
RESİM YAPARKEN ALLAH’LA İLİŞKİM DÜZELDİ
 
Nasıl bir felsefe?
Bir dış alem var, bir iç alem. Ben de resim diliyle bir arayışa girdim, sanki bir yolculuk başladı içten içe. Nefsini bilen, Rabbini bilir, özüne vakıf olur, Rabbi ile iletişim kurar. Ve resim de bana iletişim aracı gibi geldi. Tuvalin karşısına geçtiğimde akılla yapılmamış spontane şeyler zuhur etti kendiliğinden. Zaten hep geceleri çalışma yaptım. İnsanın bir serüveni var. Sanatta da sanki içerdekileri dışarı çıkarıyormuşsun gibi oluyor. İçerde güzel bir şey yoksa sen nasıl güzel bir şey ortaya çıkarabilirsin ki? İçerisi kaynıyor; bir sürü zıtlıklar, çatışmalar var. Nasıl latif bir resim yapabilirsin? Onu dışarı çıkarman gerekiyor. Kendi yolculuğumda bunu fark ettim. Geleneksel Türk sanatlarına baktığın zaman, güzellik deniyor eserler değerlendirilirken. Batı veya günümüz resimlerine baktığımızda ise nefsi emmare katmanındayız. Bu değil dedim ya kendi kendime. Bunun bir alt katı varsa üst katı da var. Çirkini de güzeli de görüp yüzleşmem ve onun adını koyup seyir nasıl olmalıdır bilmem gerekiyor. Gittikçe resimlerin latifleştiğini de görüyorsun zaten.
 
Yolculuğunuzu, bir yere gittiğinizi resimlerinizde fark ettiniz diyebilir miyiz?
Gerçek sanatkar kimdir derseniz; Allah. Yoktan var etmiş; insanı, Ay’ı, doğayı… Ben yaratıyor muyum? Hayır, ben yaratmıyorum, taklit ediyorum. Resim yaparken Allah’la ilişkim düzeldi benim. Belki de resim yoluyla O’na ulaşmaya çalışıyorum. Ulaştığında, bağlantın sağlam olduğunda, içinde enteresan şeyler oluyor. Sen de hayretle izliyorsun ben mi yapıyorum diye. Bir kişi güzel nedir bilmiyorsa sen ona istediğin kadar hattın, minyatürün en güzelini göster; anlamaz. Çünkü kişi nefsi emmare katında. Orada cehennemini yaşıyor belki ama cennet gibi yaşıyor. Orada o kata onunla birlikte inmek lazım. Ben de öyle indim aslında, kendi mahzenime indim belki de resimlerle bir nevi. Oradaki hırslarımla, kıskançlığımla, cinliğim hinliğimle, bizim farkında olmadığımız şeylerle karşılaştım.
 
Sanat terapistliği nasıl gelişti?
Okul bittikten sonra Mustafa Hoca bana sanat terapisinden bahsetti ve araştırdık. 5 sene eğitim aldım. Sanatın farklı dalları var; heykel, müzik, drama, dans, resim vs. Bunlarla ilgili çalışmalar yapıyoruz, bunların üzerinden de anlatımlar yapıyoruz. Spontane çalışmalar oluyor. Yönerge veriliyor size ama neden olduğunu bilmiyorsunuz. Grupla yapılan çalışmalarda bazen başkasının çalışması bana geliyor, benimki başkasına gidiyor. Ve gerçekten gördüm ki çok şey çıkıyor bu çalışmalardan. Ama çaktırmadan çıkıyor. Senin bir yerde bir sorunun varsa, o sorun bütün yönergelerde verilen çalışmaların birinde mutlaka çıkıyor.
 
Terapi tekniğinde neler yapılıyor?
Koltukta oturuyorsun, konuşuyorsun. Ses var, kulak var orada. Sanatta ise yaptığın çalışma görünür hale geliyor. Dokunuyorsun. Hareket ve temas var. Yaptığın çalışmalar üzerinden konuşuyorsun, ama konuşmayı da istediğin kadarıyla yapıyorsun. Her şeyiyle konuşman, analiz etmen gerekmiyor. Karşındaki de seni konuşturmaya çalışmıyor. Bazen de susuyorsun. Bir durmak, es vermek gerek.
 
Bir terapi seansı nasıl gerçekleşiyor? Kim kimi tedavi ediyor?
Karşılıklı tedavi olunuyor bence. Normalde 45-50 dakika içinde yapılıyor. Bir grup bir de bireysel terapiler var. Ben genelde yapılan çalışmanın seyrine göre bir buçuk saat falan yapıyorum. Terapi boyunca kişi de kendini tanıyor aslında. İçe atılmış birtakım duygu ve düşünceler var hepimizde, sorunu bilmiyor, adını koyamıyoruz. Ufak ufak sorular geliyor, hayatta hiçbir şeyin sonu yok gerçi ve belki de hiçbir sorunun tam cevabı… Kişi şayet sorunun farkına varır, teşhisi koyar, ilacı neyse onu kullanırsa terapi kendimizden kendimize gelir.
 
Diyelim birisi geldi terapiye ama çizgi bile çekemiyor, tuvalin karşısında kalakaldı…
Neden yapamadığının sebeplerini arıyoruz. Hayat içerisinde yapamadıklarının karşılığı nedir, tetikleyen nedir? Sözsüz iletişimin yanında sözle de arıyoruz bunun sebeplerini. Bir de bir terapiye gittiğin zaman ondan şifalanabilmen için o kişiyle bağ kurman gerekir. Bu ne yapabilir falan diye önyargılı da gelirsen profesyonel biri de olsa sana yardımcı olamaz. Güven çok önemli. Bütün mahrem olan şeylerini anlatıyorsun sonuçta.
 

afet kasarcı

 
BEN SANATIMI YAPTIĞIM ZAMAN ACZİYETİMİ FARK ETTİM
 
Terapiden herkes şifa bulabilir mi?
 
Kişi isterse şifa bulabilir, niye bulamasın. Dert varsa, derman içinde saklı. İnsan, eve bakım, çocuğa bakım, eşe dosta bakımla geçiriyor zamanını. Kendine de bakım gerek, içinde de bir çocuk var bunu bekleyen.
 
Terapi biraz içe doğru yolculuk demiştik. İçimizde ne var?
Bir sürü içeriye atılmış duygu düşünceler var. İçerdekinden haberin olursa, içindeki çocuğun farkına varırsan ona bakım yapmaya başlıyorsun. İçeride inatçı çocuk var, afacanlar var, söz dinlemeyen çocuk var, hatta hayvanlar var… Burada çocuktan kastım büyümemiş yönlerimiz. Sen diyorsun ki burada eksik giden bir şeyler var, bu benim kafama uymuyor. Ne yapacaksın? Doğru olan yol neyse araştırmaya başlayacaksın. Nasıl bir iş yapmalısın, sorunun ne, bunları bulmalısın… Kişi kendinin farkına vardığı zaman ne yapmak istediğini biliyor. Biz bağımlı tipleriz, hep birileriyle birlikte hareket ederiz. Kendimize zaman ayırmıyoruz. Bize yüklenen şeyler var ama en nihayetinde herkesin vardır bir yeteneği, kimisi bir şeyi bir seferde anlar kimisi üç. Ama anlaşılır bir yerde. Yolda, adım adım olmak… En sonunda menzile varıyorsun. İçeride birçok yönlerimiz var ve bunların adını koymamız gerek. Koyamadığımız için onlar içerde çarpışıyorlar ve dış alemdeki insanlarla da biz çarpışıyoruz. Ne zamanki içeride bir barışma hali oluşur, kavga da ortadan kalkar; dinleyen, izleyen, anlayan bir insan haline dönüşürsün. Biz hep kötü odaklı olduğumuz için iyi taraflarımızı göremiyoruz. Hep diğer taraftan besleniyoruz. Hırsı, kıskançlığı sahip olduğumuz her duyguyu kabul edip, evet bu bende var ama ben bundan ibaret değilim demek lazım.
 
Terapide sen kendi yolunu çizebilmelisin derken Tanrılar yaratıyor olmuyor muyuz aslında?
Hayır. Bir ben var, nefs diyoruz. Resimden yola çıkalım, sanatçıların çoğunda ’’ben yapıyorum’’ vardır. Kibir ve gurur… Ama ecdadın yaptığı eski çalışmalara baktığın zaman başkadır. İsim bile koymazlarmış çalışmalarına, onlar yapmıyorlar çünkü; yaptırana bak düşüncesi, haddini bilme mevzusu vardır. Ben sanatımı yaptığım zaman acziyetimi fark ettim. Kaç saatimi harcıyorum bir yüz çizerken ben, ama bunu bir yapan var. Ellerim tutuldu bir ara, hiçbir şey yapamadım. Bu öğretti işte bana bunu. Çok iyi ressamlık, çizim yeteneğine sahip olabilirsin ama bunu bir yaptıran var. Farkına varıp tevazu sahibi olmak gerekir. Yapan da O yaptıran da O. Vesselam.  
 
 
Röportaj: Merve A. Tokyay
Fotoğraf: Tugay Polat
 

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın

site açmak