Azra Kohen: “Tükettiğini Üreten Bir Nesil Yetiştirmek Zorundayız”

Kimdir Azra Sarızeybek Kohen? Radyo Televizyon bölümünden ekonomiye, psikoloji ve yazarlığa uzanan serüven nasıl gelişti?

Öğrenmeyi öğrenmek lazım öncelikle. Öğrenmeyi küçük yaşlarda öğrendiğinizde yani bir bilgi nasıl zihinde en verimli şekilde depolanabilir bunun değişik tekniklerini anladığınızda kolay öğrenen biri oluyorsunuz. Aslında herkese kolay öğrenir hale gelebilir, ancak küçük yaşlarda beyin plastisitesi yatkın haldeyken öğrenmeye odaklanmanın avantajı büyük oluyor. Ben kolay öğrenen biriyim. İletişim fakültesi ilk tercihimdi ve açıkçası manaları bir saatlik filmlerle anlatabilme ve dünyayı her canlı için daha yaşanır kılabilme hayaliyle girmiştim okuduğum ilk bölüme. Ama hayaller ve hayatlar farklı olabiliyor. Nur içinde yatsın ülkemizde Cannes Film festivalinden ödüllü yönetmen Halit Refiğ sayesinde Ottowa Üniversitesi’nde üçüncü dünya ülkelerine yardım ekonomisi okumaya gittim. Ekonomi okurken, bankacılık sistemi üzerinden merkez bankaların kontrolüyle kurulmuş bu ekonomik sistemin gerçekleri ile yüzleşmeye başladığımda birey olmanın ne kadar önemli olduğunu, bireyleri güçlü olan ülkelerin problemleri fırsatlara çevirdiğini fark edebildim ve psikoloji okumaya karar verdim. Ancak istediğim bölüm sadece Liverpool Üniversitesi’nde olan bir programdı. Zorlayıcı oldu ve bana çok şey öğretti. Bugün halen Liverpool Üniversitesi’nde doktora programıma devam ediyorum. Kolay değil ama gerçekten fark yaratacak şeylerin hiçbirinin kolay olmayacağını bilecek kadar da olgunlaştım, o yüzden artık bir şey yapmayı seçtiğimde kolay olup olmadığına değil, bana ve çevremdeki hayatı ne olumlulukta etkileyeceğine bakıyorum. Psikoloji ile bu derinlikte ilgilendiğinizde kimseye aslında çok kızamıyorsunuz çünkü herkesin nedenlerini görüyor ve onaylamasanız da anlayabiliyorsunuz. İşte bu anlayışta da kitaplar geldi.

Yazmaya nasıl başladınız?
Dünyadaki bu insan yaşantısından memnun değildim. Normalize edilmiş bir sürü saçmalığın tam ortasındayız ve tepkisizleştikçe daha da kayboluyoruz. Sokakta açlık sınırında yaşayan bir sürü canlı varken bizlerin kendi keyfimizi hayatın merkezine koyacak kadar kaybolmuş olmasının dehşeti içimde öylesine büyüdü ki bir şeyler yapmazsam çıldıracaktım. O buhranın içinden çıktı Fi, Çi, Pi serisi. İnsanlık adını verdiğimiz ancak insan mertebesine bile çıkmadığımız bu düzeni sorgulamanın kitaplarıdır Fi, Çi, Pi.
 
HAYATIN KENDİSİNDEN BESLENİYORUM

Yüzlerce sayfalık kitaplar yazdınız, kolay olmasa gerek. Nelerden beslenir, ilham alırsınız?

Hayatın kendisinden besleniyorum. İlhamımsa çocuklar, doğa, bilim ve din aslında. İnsan doğasının bir başka özelliği maruz kaldığı şeye dönüşüyor olması. Tertemiz bir yürekle yaşamı deneyimlemeye geliyoruz bu gezegene ve maalesef yemek yemek, barınmak gibi birincil ihtiyaçları karşılanmayan çok büyük bir kesim varoluş mücadelesi içinde özlerinden uzaklaşmak zorunda kalabiliyorlar. Aynı durum zenginlik için de geçerli, lüks içinde hedonizmin doruklarında yaşayanlar da kaybolabiliyorlar. İnsan kelimesi, “nisyan” kelimesinden gelir. Nisyan unutan demek. Etrafımızda her an zihnimize hücum eden böylesine akıl çelici uyaranla birlikte yaşarken ne için burada olduğumuzu unutmadan yaşamak o kadar da kolay değil. Peki çözüm ne? İnsan her an cihatta olmalıdır. Ama önce cihatın gerçek anlamını bilmek lazım. Nedir cihat? Bir anne hasta yavrusunu iyileştirmek için çare aramaktan vazgeçer mi? İşte çare arayan annenin o bitmek tükenmek bilmeyen çabasıdır cihat, çabada olmak demektir. Her an çabada olmalıyız. Neyin çabasında peki? İnsanın en büyük ve aslında tek gerçek mücadelesi kendisiyledir. Ancak kendi nefsini ehlîleştirebilen, nefsini ehlîleştirmek için aralıksız bir çaba harcayan biri gerçek mümindir. Siz değiştiğinizde, iyileştiğinizde işte bu yüzden dünya iyileşir. Yaradan’ın cihadı kişinin kendisiyle başlar, şeytanınkiyse diğerlerini yargılamakla. Yaradan’ın yarattıklarını yargılamaya hakkımız olduğunu düşünmek bile aslında şirk koşmakken –ben kimim ki başka bir varlığın değerini biçeyim! Haşa!- bizler tartışmayı kazanmaya çalışan çocuklar gibi yaşıyoruz. Hep haklı çıkmak istiyoruz ama buraya haklı çıkmaya gelmedik ki. Varoluşun katmanlarında ilerlemeyi hak edecek varlıklar olduğumuzu göstermek için yaşam testinde değil miyiz? Kitabımız zaten bunu öylesine güzel bir şekilde anlatıyor ki, ancak anlamak için öncelikle fizik, kimya, matematik, astronomi, biyoloji gibi bilimleri yani Yaradan’ın evreni yaratırken yarattığı ve bizlere de anlama kabiliyeti verdiği bu ilimleri anlamak zorundayız. Çünkü Yaradan’ın ilimlerini çalışmamış birinin kitabımızı yorumlaması mümkün değil. Kuantumdan bahseder kitabımız ama sen astronomi, fizik bilmiyorsan ne anlatılmak istendiğini nasıl anlayabilirsin? Anlayamazsın, anlıyormuş gibi yaparsın. Peygamberimizin çok anlamlı sözlerinden birini hiç unutmamak lazım, Fi kitabına koymuştum bu sözü: “Allah meleklerini tenselliği olmayan bir idrakten, hayvanlarını idrakı olmayan bir tensellikten, insanlarınıysa idrak ve tenselliğin birleşiminden yarattı. İnsanın idrakı tenselliğini aşarsa, insan, meleklerden bile daha iyi olabilirken, tenselliği idrakını aşmış bir insan hayvandan bile kötüdür. -Hz. Muhammed” s.264. Analiz etmek için çaba gösterenlere hayat o kadar zengin ve ilhamla dolu ki…
 

fi azra kohen

Neler yapıyorsunuz gün içinde, her gününüz yazma odaklı mı geçiyor?

Hayır aslında her günüm öğrenme odaklı geçiyor. Sabah 6.45’de oğlumu okula gönderiyorum, sonrasında 9.30’a kadar okumalarım var. Yeni bilimsel gelişmeleri akademik makalelerden okuyorum ama öncelikle ben bir anne ve aktivist bir can severim. Yaşama sahip çıkmak için var edildiğimize inanıyorum. Yaradan’ın hediyeleri olarak görüyorum etrafımızdaki yaşamı. Sokakta beslediğim hayvanlar var. Bir gezegendeki dominant organizma olmanın bir sorumluluğu var. Bu kitabımızda da zaten çok güzel bir şekilde anlatılıyor. İnsan olabilmek için, bu sorumluluğu yerine getirecek yürekte olmalıyız. Sonra toplantılarım oluyor ve oğlum eve geldiğinde onu karşılamak önceliğiyle günlük program yapıyorum. Biraz boğazına düşkün bir aile olduğumuz için akşam yemeklerimize hazırlanmak da zaman alıyor. Oğlumla yapıyoruz yemeklerimizi bazen ve babamız gelene kadar hazır oluyoruz. Bunlardan arta kalan zamanımda da yazıyorum.  

Hepsi bir yana aynı zamanda annesiniz de. Nasıl ifade edersiniz anneliği? Oğlunuzla nasıl bir iletişiminiz var?

Annelik en büyük sınav, en uzun test, en zorlu görev ama yanlış anlaşılmasın evde çocuklarla uğraşmak zorunda kalınıldığı için değil; etrafınıza bakın, toplumun anneleridir kadınlar. Toplumları kadınlar doğurur ve bir toplumdaki anne kalitesi o toplumdaki zihin sağlığını belirler. Annelerin gelişmediği, insan yerine konulmadığı, ekonomik kararlarda aktif olmadığı toplumlar köle toplumlardır. İşte bu yüzden dünyayı anneler kurtaracak diyorum ama önce anneliğin ne olduğunu ciddi bir analiz etmek lazım. Bizler yavrularımızın sahibi değiliz, yavrularımızın sadece rehberiyiz. Kendi kısır duygularımızla çocuklarımızın kararlarını vermeye başlayıp onları kendi hayatlarını deneyimlemekten hatta hata yapmaktan alıkoyarsak nasıl öğrenecekler, nasıl gelişecekler. Bizler tarafından sürekli engellenen küçük hatalar, en sonunda geri dönüşü olmayan büyük hatalara dönüşüyor. Bir çocuğu hayattan koruyamazsınız, korumamalıyız da ama çocuklarımızı hayata hazırlayabiliriz. Onların kararlarını baskı ile onların yerine almakla değil, onları anlamak ve onlara yaşam alanı hatta hata alanı bırakarak. Oğlum bir birey. Ben ona daima birey olduğunu kendime hatırlatarak davranıyorum, şu kişi sana böyle yapar, bu kişi sana şöyle yapar diye korkular, endişeler yüklememeye çalışıyorum. Hayatı sorgulaması, yaşamı analiz edebilmesi için onu dengeli besliyorum, dengeli beslenmeyen bir yavrudan kimyasal dengesi yerinde olan, zihni sağlıklı bir bireye dönüşmesini bekleyemezsiniz. En çok da onu dinliyorum, çünkü insan en çok güvendiği, kendisini yargılamadan dinleyecek birine ihtiyaç duyuyor hayatta. Bana anlatırken kendi sesini duymasına özen gösteriyorum. Şükürler olsun ki o hayatın bana hediyesi ve ona öyle davranmaya özen gösteriyorum.

Bir çiftlik kurma hayalinizin oluğunu biliyoruz. Çıkış noktası neydi, şuan hangi aşamada bu hayaliniz?

Herkes bizim çiftliğe gelmek isteyince biz projeyi büyüttük ve okula çevirdik. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin ve iyi tarım, organik tarım sistemlerinin eğitimlerinin verildiği bir meslek lisesi kurmak için çalışıyoruz. Tükettiğini üreten bir nesil yetiştirmek zorundayız. Bu bizim yaşama olan borcumuz, aksi halde çevresindeki her şeyi tüketen, kirleten parazitler halinde yaşayacağız. 1800’lerde sanayi devrimine işçi yetiştirmek için geliştirilen bu eğitim sisteminin değiştirilmesinin vakti çoktan geldi. Bizim yaşadığımız sıkıntılara çocuklarımızın da maruz kalmaması, zamanlarının daha zekice değerlendirilmesi için emek vermeliyiz.
 
RENGARENK VE AZ PİŞMİŞ BESLENİYORUM

Oldukça fit görünüyorsunuz. Beslenme alışkanlıklarınızdan bahsedebilir misiniz? Spor hayatınızın neresinde?

Dengeli besleniyorum. Paketlenmiş hiçbir gıda tüketmiyorum. İçinde zeka geriliği yaptığı onaylanmış soya lesitini ve mısır nişastası bulunan hiçbir gıdayı ve içinde florür bulunan diş macunlarını kullanmıyorum. Yoga yapıyorum. Spor sadece iyi görünmek için değil, iyi hissetmek için de çok önemli bir gereklilik çünkü seratonin salgılamamızı sağlıyor. Ne demek bu? Spor yapıyorsan, düşüncenin ana tetikleyicisi yani düşüncenin var olmasının nedeni olan serotonin nörotransmitter’ını fazlalaştırıyorsun. Serotonin salgılama sistemi bedende bozulduğunda birçok psikolojik rahatsızlığın kökenini oluşturur. İnsan bedeni belirli bir kas yapısında ve boyuna orantılı bir kilodadır, bedenimize asıl ihtiyacı olan ham maddeyi yediklerimiz aracılığıyla vermek yerine, bedenin iç mekanizmasında nerede, nasıl kullanacağını bilemeyeceği bir sürü zehirle – ki paketlenmiş gıdalardır bu zehrin temeli- abur cuburla kendinizi beslerseniz, vücudunuz besin değeri olmayan ama yer kaplayan bu değersiz yiyecekleri depolamak zorunda kalır. Şişmanlarsınız. Gökten su yerine sürekli taş yağdığı düşünün, suyu belirli bir sistemle kullanan bir gezegende su döngüye girip gezegene yayılırken, gökten yağan taşlar ne olabilir. Sağa sola istiflemeye başlanır, çünkü taşla değil suyla çalışan bir sistemin içinde taşa yer yoktur. Bedenimiz de benzer bir sistemle çalışır. Yediklerimiz tüm duygularımızın ham maddesidir ve dengeli beslenmiyorsanız kimyasal dengenizin de olabilmesi mümkün değildir. Kışları ılık, yazları soğuk az limonlu suyumu aç karnına mutlaka içiyorum. Su ile midemi yıkadıktan 1,5 saat sonra kahvaltımı ediyorum ve mutlaka 2 tane organik yumurta yiyorum. Bol zeytin tüketiyorum. Normal çay yerine ıhlamur, ekinezya çayı içiyorum. Gün aşırı balık yiyorum ama derin su balıkları değil, sardalye, hamsi gibi ağır metal taşıma olasılığı düşük, küçük balıkları tercih ediyorum. Ağır metallerden arındırılmış olduğuna emin olduğum balık yağı kullanıyorum. Rengarenk ve az pişmiş besleniyorum ve et yemek zorunda hissettiğim zamanlarda sadece kuzu eti yiyorum.

Kitabınızın diziye uyarlanma fikri nasıl oluştu? Nasıl bir duygu yazdıklarınızı izleyecek olmak? Ve bu dizi projenin her aşamasında kararlarınızla dahil olduğunuzu biliyoruz, biraz anlatır mısınız?

Zaten görsel bir anlatımla yazdığım için okuyan birçokları hep biz bu kitabı okumadık sanki izledik diyordu. Bir sürü farklı prodüksiyon şirketinden ciddi teklifler vardı ama erkendi bu teklifleri değerlendirmek için. Ay Yapım’dan Ekrem Bey ile konuşana kadar düşünmüyordum ve onunla konuşmak bende fark yarattı. Ekrem Bey ile başladığımız görüşmelerden 2 yıl sonra imzalayabildik anlaşmayı. Ben emektar olmaya çok inanan biriyim, benimle aynı çalışkanlık ritminde bir ekip bulunca teklifi değerlendirdim.

Sizce kitaplardan uyarlanan dizi projeleri aynı etkiyi yaratıyor mu okuyucuya?

Aynı etkiyi yaratması peşinde değilim. Ben gerçekçi biriyim. İlk kitap Fi’de psikolog Can Manay’ın sapkın psikolojisini ortaya koymak için kullandığım 8 sahne yüzünden kitap çok farklı bir mecraya çekilmeye çalışıldı ama kitabı okuyan insanlar fazlalaştıkça görüldü ki içerik hayata katkısı olan bir içerik. Gerçek karakterlerinden şekillenmiş bir hayatı anlatıyorum Fi’de ve dizideki sahneler kitaptakinden oldukça farklı. Neden? Çünkü diziyi beğenenler kitabı okumaya başladıklarında aynı sahneleri okumasınlar kitaptan da keyif alabilsinler diye. Kitap ve dizi birbirinden farklı ama karakterler ve referans yani dönüm noktaları aynı. Değişik bir şey yaptık, yaparken başaramayacağımızı söyleyenler çok oldu ama hayat yardım etti ve alnımızın akıyla işimizi yapabildik.

Bundan sonra nasıl projeler var? Neler bekliyor okuyucularınızı?

Şu an “Dinle Beni” isimli bir kitap daha yazıyorum. Aeden çok güzel karşılandı. Hollywood’daki en büyük yapım şirketlerinden Tristar, Aeden’in iki bölümlük filmini yapmak istiyor, Netflix 8 bölümlük dizisini yapmak istiyor ama Aeden için daha çok erken.
 
Röportaj: İrem Uluerciyes
 

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın