Fatih’in Evlatlarının Memleketi Bosna

Fatih Sultan Mehmet’i çok seviyorlar. Çünkü Fatih’in kendilerini kendileri yapan inanç ile buluşturan kişi olduğunu düşünüyorlar.

1458 yılında Fatih’in kumandanlarından İsa Bey eli ile fethediliyor Bosna toprakları. 1463 İstanbul’dan yola çıkan büyük kumandan, Bosna topraklarına teşrif ediyor. Sarayova kapılarına geldiğinde duraklıyor. Girmiyor şehrin kapılarından içeriye. Yanındaki askerleri de şaşırıp neden girmediğini soruyorlar. Fatih Sultan Mehmet, şehrin ve Bosna topraklarının fatihi İsa Bey’in izni ve refakatını beklediğini söylüyor. Bu büyüklük karşısında bir kez daha şaşırıp kalıyor çevresindeki devlet adamları. Osmanlı Padişahı, Konstantinapolis’in Fatih’i, İsa Bey’in hükümdarı ama onun izni olmadan girmeyecek şehre. Giriş kapısında bekleyen bu büyük adam, ancak İsa Bey’in yetişmesi ve buyur etmesi ile giriyor şehrin kapısından içeriye. Bugün bu tarihi kapı, Sarayova’nın Beyaz Tabya adı ile anılan iç kalesinin yakınlarında bütün ihtişamı ile hâlâ ayakta durmaktadır. Fatih’in tevazu ile girdiği bu taş kapı, yüzyıllar sonra bu tevazu ile tezat oluşturan ne girişler görmüştür şehre uğrayanların şahsında.

Tarihler 1878’i göstermektedir. Osmanlı, ağır şartları olan Berlin Antlaşması’nı imzalamıştır. Toprakları üzerindeki bazı bölgeler, yabancı güçlerin takibine bırakılacaktır. Bunlardan biri de Bosna topraklarıdır. Avusturya Macaristan İmparatorluğu aslında Bosna’yı ilhak etmek istemektedir ama şimdilik ancak bu kadarına gücü yetmiştir. Tahta yeni çıkan Padişah 2. Abdülhamid, daha ipleri tam olarak eline alabilmiş değildir. Onun haberi olmadan girilen Rus savaşı çok pahalıya mal olmuştur. Göz bebeğimiz Bosna, Avusturyalıların eline bırakılmıştır. O gün Avusturya Macaristan askerlerinin bu kapıdan içeriye bir girişi vardır ki; o vahşeti görmek istemezdiniz. Ellerinde silahları, önlerine gelen her fesli, feraceli kişiye kurşun yağdırmaktadırlar. Bu manzarayı anlatan bir kara kelem çalışması, Sarayova’da bugün müze olarak hizmet veren Rüstem Paşa Bedesteni’nde görülebilmektedir.

Kapıdan içeriye giren Avusturyalılar ile birlikte şehirde ve ülkede bir istibdat dönemi başlayacak, Bosnalıların dışarıya çıkmasına özellikle de Osmanlı ülkesine yolculuklarına izin verilmeyecektir. Hâlbuki bu kapı yüzyıllar boyunca nice kafile ve kervanlar görmüştür, Sarayova’dan İstanbul’a gitmek için yollara düşen. Tam 30 sene hem kapı hasret kalacaktır İstanbul yolcularına, hem de Boşnaklar Osmanlı payitahtına… Yıllar sonra kapılar açılıp yeniden İstanbul – Sarayova ticareti ve ilişkileri başladığında payitahttaki Ticaret Odası toplantısında şu duygu dolu konuşma gerçekleştirilecektir;

’’O günlerde Osmanlı başkentinde ticaret odası başkanı meşhur Abud Efendi’dir. Hani şu Küçük Su’da beyaz renkli yalısı olan ve “Gümüş” (Nur) dizisi orada çekildiği için son yıllarda turistlerin en çok görmek istedikleri evin sahibi. Etrafındakilere o acıklı 30 seneyi anlatır Abud Efendi. Canlı ticaretin bir anda kesildiğini, her sene gelen Boşnak tüccarların bir anda gelemez olduğunu… Derken kapılar yeniden açıldı. Boşnak kardeşlerimiz İstanbul’a gelebildiler. Bir kısmı yıllar içinde ölmüştü. Ama her bir Boşnak, ölürken bir diğerine vasiyet etmişti. İstanbul’da falancaya şu kadar borcum bulunmaktadır. Sakın ha ihmal etmeyesiniz. Koca Bosna coğrafyasından alacaklı olup da parasını alamayan bir kişi bilmiyorum. Bosnalılar canımızdır ciğerimizdir, namus abidesi kardeşlerimizdir.’’ diyordu gözyaşları ile.

İgman Dağlarının arasındaki Sarayova, sokak aralarındaki tekkeleri, şehrin fethinden beri bağrında sakladığı Alperenlere ait türbeleri, Kanuni’nin halasının oğlu Bosna Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nın abidevi camisi ve annesi Selçuk Hatun’un Medrese ve Hankahı ile şehrin gerçek kimliğini haykırmaya devam etmektedir. Büyük Sadrazam Rüstem Paşa da unutmamıştır bu şehri. Ticaretin kalbinin attığı bir bedesteni, çarşının tam göbeğindedir.

Bir gün Bosna’ya gidip de Başçarşı’da kaymaklı cevab (kebap)’ınızı yedikten sonra, tarihi bir hanın avlusuna uğrayıp köpüklü bir kahve içmeyi ihmal etmeyin. Sakın buraya gidip de çay istiyorum falan demeyin. Bosnalıların; “Osmanlılar kahve içerdi, çayı hasta olanlar içer. Bunu da nereden çıkardınız?” der gibi yüzünüze imalı imalı baktığını görebilirsiniz.

Osmanlı sonrasında bize ait izleri silmek için çok uğraşmış Avrupalılar. Önce Avusturya Macaristan, sonra Tito. Yugoslavya döneminde sünnet olmanın bile yasaklandığı bu topraklarda, bir asimilasyon sürecine maruz kalmış Boşnaklar. Tekkeler kapalı, eğitim sadece Müslümanlar için laik. Ama ne Hırvatı ne Sırpı, Katolik ve Ortadoksluklarından ödün vermemişler. Yugo denilen kardeşlik, Boşnaklar dışında hiçbirinde tutmamış. Ve tarihler 1992 yılını gösterdiğinde Boşnaklar acı bir şekilde bunu öğrenmişler. Hem Sırp hem Hırvat hem de son derece modern Batının gerçek yüzünü görerek. Tam üç sene boyunca Müslümanlara soykırımın uygulandığı, Avrupa’nın ortasında kimsenin kılını kıpırdatmadığı bir zulüm gördü Boşnaklar. Ta ki kendilerine gelip silah kullanmayı öğrendikleri, çevrelerini sarmış Sırp birliklerini yenmeye başlayıp geri püskürttükleri 1995 yılında adil ve adaletli Avrupa Devletleri ile ABD devreye girdi, durmazsanız saldıracağız tehdidinde bulundu.

Sarayova’da şehrin sadece taş kapısının değil, şehirdeki her bir taşın kulakları çınlıyordu. Çünkü onlar şahit olmuşlardı ve görmüşlerdi; Fatih’in tevazu ile kapıda bekleyişini. Avusturyalıların hunharca şehre girişini ve adaletli dünyanın üç sene boyunca her gün on binlerce bomba yağarken sessiz kalıp Boşnaklar taarruza geçince alçakça müdahale edişini…

 
       Talha UĞURLUEL
Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın

site açmak