Kalbin Sırları…

Tasavvuf, ‘‘hal’’lerle ilgilidir. Hal, içinde bulunduğunuz ruhi ortam/ iklim ve (dahi) tavırları içerir, değil mi?
Kısacası tasavvuf; büyük ölçüde ‘‘psikoloji’’nizle ilgilidir. İnsanın ruhsal sıhhati akılla mı ölçülür? Kimine göre öyledir. Bu tür bozukluklar/ aksamalar için ‘‘akıl’’ hastası deriz. Sufilere bakılırsa, aklın (aslında tüm fizyolojik) ızdırapları kalbin bozuk olmasında yatmaktadır.

maneviyat kalp

Kalbin (atış) ritmi ahenksizleşirse, aklından zorun var, demektir. Tasavvuf, dolayısıyla kalbe ayar veren ilmin (ilm-i ledün) ve sanatın adıdır. O nedenle kalp, sadece kozalağa benzer bir et parçası değildir. Kalbin görülmeyen, ama görülen (somut) cihetine tesir eden hakikati; onun ‘‘ruhanî bir latife’’ oluşudur, diyebiliriz. Evet, ruhani bir latife… Latife; rakik, zarif, hassas bir unsur.

Kalp, o kamil insanların ‘‘Beytullahı’’dır. Başka bir deyişle, Cenab-ı Hakk’ın nurani tecellilerinin aynası. Ayna, burada kabul salonu niteliğiyle kullanılmıştır. Ondan önemlidir, kutsaldır. Ona iyi bakmak; o mahali temiz tutmak, paslandırmamak lazımdır. Bu da yetmez. Nefsin o kalbi ele geçirmesine karşı çıkmak, ‘‘ego’’nun hilelerine kanmamak, tuzağa düşmemek lazımdır. Çünkü, kalbin ritmini nefis bozarsa, insan aklından da olur. Aklını kaybeder.

Kalbin onsuz olmaz günlük besini, vitamini muhabbettir. Sevgi… Aşk. Kalp denilen o ocak, Allah aşkı ile tütmelidir. Biz kendi aramızda deyim olarak söyleriz. Mesela ‘‘Allah aşkına şu işi yap’’ gibi bir cümledir, dilimizden fırlayan: ‘‘Allah aşkına!’’

Allah’a aşık olmayan, o muhabbeti bilmeyenin dilinde ne işi var bu sözün, sorarım size! O aşkı, O’nun (cc) aşkını dilden ‘‘dil’’e çekmek lazımdır. Dil, gönül demektir tasavvufi literatürde.

Gönlü dillendirmek lazımdır.  Gönlü Allah zikri ile şenlendirmek, ihya etmek lazımdır.  Kalbin ‘‘sırrı’’nı Cenab-ı Hakk, yüce kitabımızda zaten bize buyurmuştur. Pek çok ayet-i kerime içinde sizlere, değerli Aysha okuyucuları, şunu hatırlatalım:

6. En’am Sure-i Şerifesi’nin 125. Ayet-i Kerimesi: ‘‘(Sözün özü) Allah her kimi hidayetine erdirmek isterse; İslam’a bağrını açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıklıkla bırakmak isterse, onun da kalbini daraltır, öyle sıkıştırır ki… sanırsın öfkesinden göğe çıkacak. İmana gelmeyenleri Allah, o pislik içinde hep böyle bırakır.’’

Allah hepimizi öyle ‘‘kerih’’ bir akıbetten esirgesin. Allah hepimizi kalbini şerh ettiği kullarından eylesin.
‘‘Kalp nasıl şerih edilir?’’ diyelim ve size kalbinizi tanıtalım…

Kalbiniz yedi katmandır. İlki, ‘‘Sadır’’dır (veya sadr). Yani Göğüs. Bu kalbi örten deriye karşılıktır. Sufiler buraya ‘‘nefs-i emmare vilayeti’’ derler. Egonun hançeri işte buraya saplanır. Sadır, şeytanın vesvese verdiği mahaldir. ‘‘Göğsüm daraldı, canım sıkılıyor!’’ diye şikayet ettiğiniz yerdir burası.

İkinci katman, daha spesifik olarak ifade edeceğimiz ‘‘Kalp’’tir. ‘‘Beyt.’’ Hakk’ın mahremi olabilecek mekandan bahsediyoruz.

Üçüncü unsura, ‘‘Şegaf’’ deriz. Kalbin zarı. Teşbihle söyleyecek olursak, ‘‘Kabe’nin örtüsü.’’ Evliyaullah için kalbinden temiz kokular geliyor derken kastedilen işte o Hacc veya Umre’de, Kabe’ye yaklaşırken burnunuza çektiğiniz özel esanstır. O örtünün çok özel bir karışımlı kokusu vardır. Ben bazen o kokuyu -Mekke’de satıyorlar- alıp, evin perdelerine damlatırım. Kokladıkça Kabe’yi hatırlarsınız, fena mı?

‘‘Fuad’’; dördüncü elementimizdir. Burası ilahi tecellilerin seyir terasıdır. İlahi cevherin maden ocağına eriştiniz, ne mutlu size!… Sedefi açtınız, istiridyenin içindeki inciyi buldunuz!

Devam edelim; haydi yürek(li) dalgıçlar, devam.

Beş, Habbet’ül kalp’tir. Kalbin içi… İlahilerde bu adresin adı ‘‘Gönül’’dür. Uluhiyet makamı, muhabbet yeri…
Altıncı kata geldik: ‘‘Süveyda’’ Sevdanın topografyası. Öyle bir ‘‘nokta’’dır ki bu tasavvufun hikmet pınarı bu noktadan akar, yetmez mi özetlemek için?

Ve yedinci mertebe: Muhcet’ül kalp; ‘‘İçin içi.’’ Nur tecellilerinin zuhur makamı. Gizli hazine buradadır. Emanet buradadır.

İşte, size kalbe (kalbin içine doğru) yolculuğu anlattık. Tasavvufta buna ‘‘Seyr-u Sülûk’’ derler. Her katman bir nefis mertebesine tekabül eder. Mürşidi, dervişini (=evladını) bu istasyonları aşabilsin diye kalp ameliyatına alır. Veliler, kalp hekimleridir. Uzun süren bir tedavi/ terapidir bu. Yeteneği, sadakati ve gayreti varsa o müridin, sağlığına kavuşur. Mutlu olur. Selamete seyreder. Müslümanlığın özüne vakıf olur.

Ne demiş Hz. Mevlana: ‘‘Aşk marazı sıhhatin canıdır. Onun zahmetleri her rahatın hasretidir.’’ Aşk hastalığı sıhhatin canıdır. Kalbi başka neyle doldurabilirsiniz ki! ‘’Muhabbet, Allah’ın vasfıdır.’’ der Celaleddin-i Rumî Hazretleri.

Mim Kemal Öke

Yazarımız Prof. Mim Kemal Öke, siyaset bilimi profesörü, roman yazarı. “Atatürk’ün doktoru” olarak tanınan, kendisiyle aynı isme sahip Mim Kemal Öke’nin torunudur. 35 yaşında profesör olarak Türkiye’de profesör unvanını alan en genç kişi olmuştur.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın

site açmak