Bastırılmış Cinsellik, Kendine Kör “Düğüm” Bir Düzen ve Ünzile

Ünzile insan dölü

On kardeş, beşi ölü

Büyüdükçe un ufak

Ve gelirde görücü

İnci gibi dişi

Görücü bilir işi

Söğüdüm ağlar gider

Olur hatun kişi

 

Varmadan sekizine

Ergin oldu Ünzile

Hem çocuk hem de kadın

On ikisinde ana

Bir gül gibi al ve narin

Bir su gibi saydam ve sakin

Susar kadın Ünzile

 

Yağmuru kim döküyor?

Ünzile kaç koyun ediyor?

Dayaktan uslanalı

Hiçbir şey sormuyor

 

Korkar durur, gitmez

Köyün en son çitine

İnanır o sınırda dünyanın bittiğine

Ünzile insan dölü

Bilinmezlere gebe

Sırların mihnetini

Yükleyip de beline

  • ••

İtirazı ve yarası olanlar, acısını şarkı söyleyerek dindiriyor. Bu şarkı kimi kere öylesine içli, öylesine derin…

Ünzile de böyle bir şarkı. Her dinleyişimde kulağıma koyunların çıngıraklarının sesinin geldiği, er bir vakitte dumanı tüten evlerin kokusunun genzimi yaktığı bir şarkı.

Biz şarklılar, düzen kurma meselesine takılmışızdır. Yerini bulma, yerleşme, yuva kurma. Gelinlikle girme ve kefenle çıkma…

Bizde, evlenme meselesi sürdürülecek düzenin; ve ne yazık ki psikopatolojinin varisi olmak demektir. Ne acı…

İrem, “Berin, bu sayıda çocuk gelinleri gündeme alacağız” dediğinde biraz korkak, daha çok cesurca “elbette” dedim. Hasırları kaldırmak, bizim işimiz.

İnsanın bilinçdışında fokurdayan yıkıcı enerjinin, inkar edilerek “Aman ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey” kıvamında “düzenler sürdürdüğümüz” töremiz, cinselliği, aşkı, gençliği, genç kızlığı, sevgiyi, dinlemeyi, anlamayı da gömmüyor mu Ünzile ile?

Çocuk gelinler, henüz neyin içerisine doğduklarını anlamadan “diri diri gömülen cahiliye dönemi” kız çocuklarına nasıl da benziyor değil mi? Atalarının geleneğini sürdüren Kureyşliler gibi öldürmenin; psikolojik bir görünümü…

Güce tapan, ama taptığı şeyin “Allah” olduğunu iddia eden toplulukların; hakikatini anlamak için “insana ne yaptığına” bakmak kâfi.

Biz, ne yazık ki; henüz doğduğu andan itibaren çocuklarına “düzenin koruyucusu” yükünü yükleyen bir milletiz.

Oysa insan, yeryüzünün halifesi olması nedeni ile kendi biricikliğini yaşamak ve anlamakla sorumlu. Bunu, kendine kör bir topluluğa nasıl anlatabiliriz?

Cinselliğin, türün devamı ve psikolojik sağlık için gerekli doğal bir dürtü olduğu gerçeğini inkar edip, onu “namus” paketine sıkıştırıp, ensest ve çocuk gelin meselelerinde olduğu gibi hasırın altına ittirdiği kokuşmuş gerçekliği ile nasıl yüzleşecek bu toplum?

Gündüz kuşağı programlarında, bu kokuşmuş tablonun meşrulaştığı ve iyileşmek değil çöplükte debelenmek diyebileceğimiz bir manzaraya maruz kalarak mı?

Her şey bir annenin rahminde başlıyor. Her şey, bir annenin ve bir babanın; kendine ve yaşadığı kültüre ne anlam yüklediği gerçeği ile yüzleşmesi ile başlıyor.

Ünzile, dünyanın “köyün en son çitinde” bittiğine inanmamış olsa; kendisini kurtarabilir miydi kaderinden? Kuşaklar boyunca yinelenen ve bizim kollektif bilinçdışından devraldığımız “kurban rolü”nden sıyrılması, sadece “inanarak” mümkün olur muydu dersiniz?

Bilemiyorum.

Politik kararların, sivil toplum hareketlerinin ötesinde; insanın kendisi ile meselesinde benim cennetim.

Coğrafya bizim kaderimiz ama kaderlerimiz de gayretlerimize bağlı belki de?

İtiraz etmek, anlamak için çabalamak ve içimizde durmadan konuşan sese kulak vermekten başka yolumuz var mı? Çitin ötesine geçmek için bir adım atmaktan başka?…

Berin Tuncel
Berin Tuncel
Berin Tuncel

Uzman Psikolog, Psikoterapist ve Yetkili Rüya Analisti olan yazarımız Berin Remziye, Aysha’da uzmanlık alanıyla ilgili makaleler yazmaktadır. İletişim: berin@aysha.com.tr

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın