Beynini Tanı Kendini Tanı!

Dergimizin psikoloji köşe yazarı R. Berin Tuncel, Prof.Dr. Sinan Canan’la dolu dolu bir söyleşi yaptı. Beynimizi tanımamızın kendimizi tanımamız için atılmış dev bir adım olduğunu söyleyen Sinan Hoca, ülkemizde bilimi sevdirmek adına da sayısız etkinliğe imza atan nev-i şahsına münhasır bir bilim insanı! Hatta kimilerine göre o, bilim anlatıcılığının rock starı!

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Bir akademisyen olmanın ötesinde Türkiye’de bazı konularda ilk diyebileceğimiz adımlar attınız, toplumsal bir farkındalık yaratmaya çalışıyorsunuz. İnsanın kendini ve biyolojisini tanımasının çok önemli olduğunu vurguluyorsunuz…

1972 Ankara doğumluyum, üniversite dahil tüm hayatım Ankara’da geçti. Hacettepe’de Biyoloji okuyunca hayatımız belirlenmiş oldu. Daha sonra Tıp Fakültesi’nde master ve doktora yapıp 12-13 sene orada öğretim üyeliği yapınca, hem biyoloji hem tıp hem insan fizyolojisi uzmanlığı bir araya toplandı. Akabinde şu an Üsküdar Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde olmam da başlangıçtan beri beyin ile ilgili çalışmalarımdan kaynaklanıyor. Noröpsikolojide, insan davranışları ile ilgili araştırmalar yapıyoruz. Ama benim son 10 yıldır esas işim insanlara yaşamı, işi, uğraşı neyse bilimsel olarak anlatmak, insanları bilimden anlar hale getirmek.

Bu süreçte özellikle Değişen Beynim, Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler gibi kitaplar da yayınladınız. Biz kendimizi ne kadar tanıyoruz sizce? Beynimizin ne kadar yerlisi ne kadar yabancısıyız?

Sonsuzda bir oranla diyebiliriz yani hiç nispetinde aslında. İçinde yaşadığımız zamanın devamla, beyinle gidip bileşenlerle dolu olma sebebi şu anda teknolojinin çok gelişmesi, yöntemler, bilgi birikimi… Beyin gibi bir karmaşanın çalışmaya başlamasına müsaade ediyor. Yani şu anda o müsaadeyi aldığımızı hissettiğimiz dönemdeyiz. Yoksa beyine gidene kadar ortada çok fazla bilgi de gezse, her gün ya da ayda bir bilgilerimiz ikiye de katlansa aslında ne işe yaradığını hala bilmiyoruz. Temel çalışmasını ve hafızanın nerede olduğunu bilmiyoruz. İşte bilinç dediğimiz, o ruh dediğimiz bu kavramları sinire bir türlü oturtturamadık. Çünkü elimizde bir sistem var, çok basit bileşenlerden oluşuyor, maddesel yapısı çok basittir beynin. İşte ben bunun tarifini veriyorum: 1 litre su, 160 gr. yağ, 100 gr. protein, 15 gr. şeker, 10 gr. tuz diye… Ama evde yapamıyoruz, çünkü canlılık diye bir şey veremiyoruz ona. Canlılık sadece canlı olmak değil aynı zamanda yapısal karmaşıklığı da getiriyor. O yapısal karmaşıklığı biz yapay olarak üretemiyoruz, çünkü anlamadık nasıl bir şey olduğunu. Ama anlamaya başladık.

Kadınların ve erkeklerin beyin yapısı arasındaki fark benim de hususen ilgimi çeken bir alan. Eşlerimizle, çocuklarımızla, babalarımızla birbirimizi anlama noktasında güçlük çekebiliyoruz. Erkekler daha kısa cevaplar veriyorlar, net cevaplar veriyorlar, biz kadınları uzun süre dinlemiyorlar bazen duymazdan geliyorlar… Eşim beni anlamıyor şikayetlerini sık sık duyabiliyoruz kadınlardan. Bu anlamda kadınlar erkeklerden bazı şeyleri boşuna mı bekliyorlar? Erkekler kadınlardan temel olarak ne bekliyor?

Kadınla erkek arasında yani tabiatla erkek-dişi arasındaki farklar insanda da beyinde yoğunlaşmış. Bu şunu gösteriyor, kadın beyninin iki tarafı da beraber çalışmak için ayarlanmış. Erkeklerde ise bu bağlantı zayıf. Pratikte peki bu bize ne sağlıyor? Anlatmaya çalıştığımız şu, tabiatta öyle bir ayar mekanizması var ki bu 3.5 milyar yolun sonunda her şey birbirini tamamlamak, bir sistem içerisinde ahenkle yaşamak üzere dizayn edilmiş. Kadın erkek farkı da bundan farklı değil. Şimdi erkekler ne yapıyor mesela risk alıyorlar, kısa konuşuyorlar, tereddütleri daha az… Şimdi 200 bin sene önceye kadar gidin… Bu topluluğun erkeklerinin nasıl bir görev yüklenmiş olduklarını bu beyin farkından anlıyorsunuz. Riske girecek, av bulacak, yırtıcılardan ya da düşmanlardan kaçmak için göç yerleri, yeni yerleşim alanları bulacak, canı tehlikede olacak… Dolayısıyla böyle bir beyin yapısı bizim türümüzün hayatta kalması için işe yaramış gibi gözüküyor. Kadın daha temkinli, mesela trafikte sorun yaşamasının sebebi o, erkeklerin hızlı hareket ettiğini düşünüyor. Hesapçı bir beyni var, mesela bazı araştırmalara göre kadınlar espriyi daha geç anlıyor erkeklere göre fakat daha uzun süre gülüyor ve espri aklında kalıyor. Erkekler ise hemen gülüyor, unutuyor. Şimdi kadındaki tüm bu sisteme baktığınızda yüzden duygu okuma, ses analizi, yüz mimiklerinden anlam çıkarma, dili etkin kullanma gibi yetenekler erkeklerle kıyaslanmayacak kadar gelişmiş. Kadının tarihsel görevi ile ilgili çok uyumlu biyolojik bir altyapı bu. Biri risk alıyor biri evde stok kontrolü yapıp bebeğinin hayata tutunmasını sağlıyor.

 

BİYOLOJİK ORGANİZMANIN BİRİNCİ GÖREVİ ÜREMEKTİR

Erkeksi yönü güçlenen günümüz kadınlarının annelikle birlikte aslında kendi kadın biyolojisini daha çok fark etmeye başladığını gözlemliyorum. Modern kadının bu anlamda beyin yapısı mı değişti? Neden bu kadar zorlaştı anne olmak? Toplumsal cinsiyet rolleri nereye eviriliyor sizce?

Günümüzde genç kadınlar kariyer yapacağım diye çocuk sahibi olmakta gecikiyor. İnsan nesli için çok ciddi bir tehlike bu. Kadınlar doğuştan yaklaşık 40 bin yumurta ile doğuyorlar, yeni yumurta üretmiyorlar ve o yumurtalar stok gibi duruyor ömür boyunca. Her ay bir tanesi atılıyor ve zaman ilerledikçe vücutta biriken toksinler, olumsuz etmenler çocuklarımızın genetik yapısını ve sağlığını doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla erken çocuk sahibi olmak bütün biyolojik organizmalarda geçen bir kuraldır, çünkü kadın ile erkek arasındaki farklar bir astlık üstlük hiyerarşisi değildir, bir tamamlayıcılıktır. Ve bu rollerden her dışarı kayışımızda sorun bizi bekliyor. Çünkü biyoloji ile kavga edilmez.

Nöropsikoloji dersi alırken dikkatimi çeken bir şey vardı; beyindeki yüz tanıma bölgesi. Bu yüz tanıma bölgesinin insanda uyandırdığı duygular ve görür görmez dost mu düşman mı tanımak gibi konularda şunu düşünmüştüm; o dönemde bizdeki bu kutuplaşmanın bilhassa tesettürlü olan olmayan ayrıştırmasının çok geçmişten bugüne bize pompalanan bir tehdit algısı ile herhalde ilgisi var. Ve görür görmez bu yüz tanıma bölgesi yüzünden bir yerlere mi koyuyoruz birbirimizi acaba?

Aslında bu kadar basit bir mekanizma ile açıklanabilir bir şey değil. Yüz tanımak masraflı bir iştir, kolay değil. Yüz tanıma bölgesi, bizim duygusal merkezimiz olan amigdala ile doğrudan ilişkili. İnsana küçüklüğünden beri yetiştiği çevrede pompalanan şeyler var; mesela ben kendimi öyle önyargılar içinde yakalıyorum ki bazen dehşete düşüyorum. Şimdi bu devreler sorgulamadığımız kültürel bir bagajın ürünüdür ve aynı sistemi kullanıyor aslında. Daha bilişsel bir olay, siz mesela hiç dünya görüşünüze uygun olmayan bir söz, bir kıyafet gördüğünüzde hemen amigdalanıza bir sinyal gidiyor; amigdala vücudunuza sinyal etkilerini basıyor ve siz bir anda geriliyorsunuz. Basit bir bakış değişikliği sonucunda değişebiliyor o yüzden bunlara sabit yapışıp kalmak affedilmez bir hatadır. İnsanı insan olmak dışında etiketlemeyi düşünmek, aydınlık ya da doğruya taraf zannetmek insanoğlu için affedilmez bir suçtur. İşte canlı serüveninden gelen buna insani tarafı da diyebiliriz, belki aynen bahsettiğimiz bu refleksler ile çalışır. Benzeri seç, konfor ara, sorundan kaç, arıza çıkarma… Ama insan tarafımız da der ki bir dakika bunu nerden biliyor? Ben bunu nerden öğrendim? Bu doğru mu değil mi?

Son olarak kutuplaşmış bir ülkede ekvatorlara, merkeze davet ediyorsunuz bizi. Farklılıkların zenginliğinde buluşmak nasıl bir şey?

Çok dinlendirici bir şey, yeter ki bir kilit var onu bırakalım. O kilit de şu; bir pirimat refleksi vererek, sizden farklı ya da inançlarınıza aykırı bir şey söyleyen insanlara otomatikman gıcık oluyorsunuz. Oysa farklı düşünce tarzlarından istifade etmenin birinci yolu farklı bir şeyler buldun mu ona yapışmak, bir süre sonra o insanların sizi öldürmediğini görüyorsunuz. Bizde ne var? Aman şunu yapma, aman hain olursun, aman kafir olursun. Sakin olun öyle hemen olmuyor bu işler. Eğer bir şeyler öğrenmek ile gidecek imanınız varsa bırakın gitsin, dönecekse sizindir. Korkarak öğrenecek bir şey değil, bu bilişsel süreçler farklılık gördü mü gitsinler peşinden. Önce zor geliyor kendimden biliyorum, ama sonra onsuz yapamıyorsunuz. O da bir nevi bağımlılık. İnsan fikrinin değişimi zor ama yenildiğiniz tartışmalar, sizi şüpheye düşüren argümanlar çok kıymetli. Onlar size bir şey öğretiyor, dolayısıyla bu bir cesaret ve özgüven sınavıdır. Ne kadar farklı fikre açıksanız o kadar kendinize güveniyorsunuz demektir. Burada özgüven sözcüğünde sevgili Sinan Yaman’dan bir alıntı ile tekrar edeyim: “Özüne güvenmek anlamında alınmak lazım.” Yani benim özüm bozulmaz, fıtratım iyi deyip buna güveniyorsanız dünyada korkacağınız bir şey yoktur. İnsanlık bu, ben de çözmüş değilim kimse de kolay kolay çözemez. Ama bu yolda gitmek İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali işe yarar…

Berin Tuncel

Uzman Psikolog, Psikoterapist ve Yetkili Rüya Analisti olan yazarımız Berin Remziye, Aysha’da uzmanlık alanıyla ilgili makaleler yazmaktadır. İletişim: berin@aysha.com.tr

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın