Geçtiğimiz yıl cemre düştüğünde, bu fotoğraf da düşmüştü sosyal medyaya. Moldovalı kadınların, ağaçları bahara cesaretlendirdikleri bir pagan ayini.
Evet, bizim muhafazakar toplumumuz için eleştirilmeye açık bir ayin belki ama ben bunun biçimselliğini değil derinliğini konuşmak istiyorum. Zira bu fotoğraf o günden beridir bir yazı istiyor benden ve ben onu kalbimde taşıyordum neredeyse bir yıldır…
Çünkü neredeyse bir yıldır kitabımı, kitabıma sığdırdığım mesajımı, inancımı ve umudumu da kalbimde taşıyordum. Ama bu öyle bir taşımaktı ki adeta ağır bir yükün altındaydım.
Oysa bugün, yaprakları tomurcuklanan ağaçlar; her yanda bahar dalları, kuşların cıvıltısı, güneşin ışıltısı tıpkı bu fotoğraftakine benzer bir cesareti, bir umudu, bir birliktelik ruhunu fısıldıyor bana. Ya da ben bu fısıltıyı daha rahat duyabiliyorum çünkü kitabımın tomurcuklandığı bir mevsimdeyim…
Ağaçların yaprak dökmesine şaşmayız, karın yağmasına, erimesine ve baharın gelmesine. Şaşırmayız çünkü biz modern dönem insanları alıştığımız ve sebep-sonuç ilişkisine kurban ettiğimiz rasyonel bir dünyada yaşarız. Mantığımızın peşinde geçen günlerimizin, bilhassa biz kadınları aslî doğamızın ne kadar da uzağına düşürdüğünün farkında değilizdir.
Ama görünen o ki Moldovalı kadınlar bu kısır döngünün bir parçası değiller. Onlar, zaten bahar geldiğinde canlanacağını bildikleri bir ağacı bahara cesaretlendirmeye cesaret edecek kadar akıllarını kaybetmiş gibiler.
El ele verip, kurumuş bir ağacın çevresinde; kar altında dönen bir grup kadını görüp de delirdiler galiba dememek kolay mı?
Gelenek ve modern yaşam bize neyi normal gösteriyorsa hiç çekinmeden o oluveriyoruz. Sonra da anlam veremediğimiz hastalıkların pençesinde kıvranıyor ve sosyal medyada önümüze düşen bir fotoğrafta teselliler arıyoruz.
İçimizde kıpırdayan bir şey var, bir duygu kümesi. Ama acaba bu ne? Ağacın tüm kuruluğuna rağmen içinde bahar dallarını taşıması olabilir mi? Biz de, içimizde bir yerlerde yeniden doğmaya dair bir tohum mu saklıyoruz yoksa?
Kadim bilgeliğin izlerini yitirdiğimizden olsa gerek gözümüzün gördüğünden ötesine inanmaz olduk. Oysa insan yeryüzünde ilk nefesini aldığı günden biliyordu ne kendisi ne de dünya sadece gördüğünden ibaretti… Yine de unuttu.
Ama unutmak hatırlamaya dair bir tohumu saklamaz mı hep içinde?
Hadi, hangi mahalleden olursak olalım; biraz utana sıkıla da olsa; el ele verelim.
Kuruduğunu sandığımız ne varsa, onun içinde sakladığı hayatı ortaya çıkarması için onu cesaretlendirelim.
Çünkü biz kadınlar biliriz ki döngülerdir hayatın nüvesi.
Öyleyse el ele verip dönelim.
Kendimize…
Evimize…
Kalbimize…