İnanmak güç ama yeni yıla sağ salim girdik gibi görünüyor.
Geçtiğimiz yıl ülkece başımızdan geçenler, akıl alır şeyler değildi. Çoğumuz belki de bu yaşananların şokunu atlatabilmiş de değiliz.
Bütün bu olan biten karşısında halen hayatta olmamız, günlük sorumluluklarımıza devam etmemiz; umudumuzu canlı tutmamız ise psikolojik açıdan ne kadar güçlü olduğumuzun delili sayılabilir.
Evet, güçlü bir toplumuz ama bu bizi sağlıklı yapıyor mu dersiniz?
Hayatta kalmayı başarıyoruz başarmasına ama bu hayatın devamı için nelere ihtiyacımız olduğunun farkında mıyız?
Belki de durup düşünmeye cesareti yok çoğumuzun. Gerçekleri görmenin omuzlarımıza yükleyeceği sorumluluk bizi ürkütüyor olabilir.
İnsanız ve gerçekler canımızı acıtmasın istiyoruz. Gerçek ise ona hangi açıdan bakarsak bize o yönünü gösteriyor.
Kendimizi hangi tanımlarla tanımlarsak tanımlayalım, üzerinde yaşadığımız coğrafyada olup bitenler, hepimizi çeşitli oranlarda etkiliyor.
Canlı organizmalar, bütünlüklerine karşı bir tehditle karşılaştıklarında 3 tür tepki veririler. Ya kaçarlar, ya donakalırlar ya da savaşırlar.
Ülkece tarihimiz boyunca üzerimizden geçen sayısız travma sonucunda çoğumuz saldırmayı seçmiş gibi görünüyoruz. Bir kısmımız donakalmış, bir kısmımız ise kaçmış.
Buradaki saldırma kavramını anlamamız önemli. Doğrudan bir şiddet içermeyen, tamamen psikolojik bir konumlamayı ifade eden bu kavram, toplum olarak çatışmalarımızı açıklamak için yeterlidir diye düşünüyorum.
Çok tutulan diziler, evlendirme programları, aile içi ilişkiler, sivil toplum çalışmaları, siyaset, sanat, bilim dünyası…
Nereye dönsek, gizli veya aşikar bir çatışma görmek mümkün.
Savaşçı bir toplum olduğumuzu dünya biliyor. Gücümüzü, tüm yaşananlar karşısında halen mücadele edebilir oluşumuzu köklerimize borçluyuz belli ki. Ama başlarken sorduğumuz soruyu yinelersek, bu bizi sağlıklı yapıyor mu?
Toplumumuzun psikolojik durumuna baktığımızda manzaranın iç açıcı olduğunu söylemek zor. Üstelik de psikolojik dengeyi sağlayacak mekanizmalar da bu tesir altında.
Peki nasıl olacak?
Nasıl sakinleşecek, daha huzurlu, daha barışık bir toplum olacağız? Buna inanmak, bunu ummak delilik mi?
Bence değil.
Evet yaralarımız çok ve hayatta kalmak için savaşmak zorunda kaldık. Yorgunuz, öfkeliyiz, kırgınız, kaygılıyız. Üstüne üstlük de “yokmuş gibi” davranmaktan yılmış haldeyiz.
Ne var ki insanoğlu yaratıldığı günden bu yana çatışma da kavga da var bu dünyada.
Belki yaşadığımız çağ, insanı asli tabiatından çok uzaklaştırdı evet ama neticede özümüz aynı.
Ve özümüzde ne olduğumuzu bize en güzel anlatan rehberimiz, kitabımız… Kuran-ı Kerim…
Bilmiyor, bilemiyoruz. Yaşananlara anlam vermekte zorlanıyoruz, neyi paylaşamıyoruz da birbirimize giriyoruz?
Göremediğimiz yerlerimiz var, oralar biraz karanlık. Hayatta kalmak için verdiğimiz mücadele esnasında içeriyi görmeye, onarmaya vakit bulamadık belki de…
Ama içerde saklanan o karanlık, her birimizi değişen koşullar karşısında daha da korkunç hale getiriyor belli ki.
Belli ki her birimizin tek tek içeriye dönmeye ve önce kendi yaralarımızı sarmaya sonra da bir diğerini yaralama potansiyelimizi görmeye ihtiyacımız var.
Ne kadar yaralı olursak olalım, yaralamamak gibi bir seçeneğimiz daima saklı zira…
Evet, insansak aşağılardan aşağı da yukarılardan yukarı da çıkmamız mümkün. Zaten bu dünyada bulunma sebebimiz de bu değil mi? Sürekli kalmaya gelmediğimize göre?…
Belki de yeni yılda, yeni bir var olma biçimi mümkündür bizim için?
Yeni bir yıl, yeni bir ay ve yeni bir insan.
Kendini daha iyi ve derinden tanımış, yaralarını görmüş ve sarmaya çalışan ve bir diğerini yaralama konusunda ne kadar tehlikeli olabileceğini görüp buna göre davranan bir insan.
İyi olmayı, erdemli olmayı bilinçli olarak tercih eden ve öyle olmak için çabalayan bir insan.
Her insan dünya için çok değerli ve özeldir.
Her insanın atacağı minicik bir adım, bir diğerine değdiğinde devleşir.
Birbirimize daha derinden, daha gerçek, daha sevgi dolu ve samimi bağlarla bağlandığımız; savaşmak gibi sevmenin de hakikatini idrak ettiğimiz bir yıl diliyorum Allah’tan.
Bu güzel ülke, bizim. Hepimizin…