Mutlu insan; mutlu anne, mutlu baba, mutlu karı/koca, mutlu komşu, mutlu işveren, mutlu çalışandır. Hayattaki en büyük başarı olarak gösterilen mutluluk neden yeteri kadar önemsenmez bilmiyorum ama bana kalırsa okul çağıyla birlikte öğretilmesi, anlatılması gereken bir kavram. Önce neden mutsuzuz bir bakalım mı?
MUTSUZLUĞUN 7 SEBEBİ
1- Yanlış yere bakıyoruz, mutluluk ne yerde ne gökte, tam göz hizamızda.
2- Dayatmalar; şunu yapmalısın, şöyle davranmalısın, böyle yaşamalısın.
3- Mahalle baskısı; o ne der, bu ne söyler, şunlar ne düşünür.
4- Gerçekleri söyleyemiyoruz; istemiyorum, bilmiyorum, yapamam, sevmedim, ihtiyacım yok gibi cümleler ağızdan çıkamıyor.
5- Teknolojiye yenik düştük; sevgili dostum, ustam Hasan Kaçan’ı evinde ziyaret etmiştim ve bana bahçesindeki nefis bir ağacın çiçeğini hediye etti. Hemen fotoğrafını çekmeye başladım. Hasan şöyle dedi, “O telefonu elinden bırakıp çiçeğe baksana, koklasana, iyice dokunsana; telefon hafızasında kalsa ne olur kalmasa ne olur. Sen o çiçeği ruhuna anlat”… Büyük dersti benim için.
6- Hırs; yarışma hali, itip kakışma durumu, ne istediğini bilememe, boşa kürek çekme ve yerinde sayma halleri. En büyük keyif, sevdiğin işi yapman, yaparken zevk alman, akşam yatağa huzurla girmen. Bu lüksü yaşayan ve mutlu olanlar keşke ekranda yer alsa, kim olduğu, zekası ve yeteneği sorgulanır onlarca şaklaban ekranda boy gösterirken; neden yapımcılar ve kocaman patronlar insanlar mutlu olsun istemez, hiç düşündünüz mü?
7- Aşkı atlamak, aşktan uzaklaşmak bence en büyük günah. Sevgiyle tutkuyla birini, bir şeyi, bir yeri sevmek ve ona faydalı olmaya çalışmak. Aşkı yaşamak atlandığından beri insan yalnız, insan bir başına; dünyanın en kalabalık olduğu dönemde üstelik…
MUTLULUĞUN 7 SIRRI
1- Aşk, aşk, aşk. Dünyaya gözünü açtığın andan gidene kadar, aşk her yaşta ruhu doyurmanın tek yolu. Aşk bilerek teslim olma hali, isteyerek sevme ve bilinçli tercih etme durumudur. İki kişinin birbirine duyduğu anlık etkilenmeyle ve/ veya ‘elektrik alma’sıyla bir alakası yoktur. Aşk bile bile, itiraz etmeden, olduğu gibi kabullenir; aşk herkesin harcı değildir ama aşkı bilmeyene anlatmaktan geri kalmamak gerekir. Yaşatılmazsa solacağını, emek verilmezse yok olacağını, bırakılırsa bir köşede unutulacağını… Aşkla seven, sevdiğini incitmez, korur, arkasında durur, aşkıyla büyür, aşkından güç alır. Hele ki, karşılıklı aşk yaşayan, dünyanın en büyük mutluluğuna sahip demektir. Hayata aşık olmak ve her doğan günü neşeyle, sevinçle, zevkle ve heyecanla karşılamak. “Ayy kış geldi moralim bozuk” diyenlere şaşarım, “Kaç kış daha göreceksiniz, ne malum bunun son kış olmadığı, serin hava bırakın acıtsın yüzünüzü, hele sağlıklıysanız sakın şikayet etmeyin, yağmuru sevin, ıslanın, doğanın var olmamızı sağlayan mucizesine tanık oluyorsunuz, milyon yıldır aynı yağmur üstümüze yağıyor, ne mutlu” diyesim gelir.
2- Şükretmek; hamd olsun demek. İnsanın zaafları mutluluğa engel, yetmiyor, ne para pul, ne ihtişam, ne başarı, yetmiyor. Aile görgüsüne, aile öğretilerine büyük saygım vardır işte bu yüzden, anne babadan görür, evde öğrenirsiniz hayatı ilkin. Olanakları ölçüsünde hazırladıkları sofraya mutlulukla ve “hamd olsun” diye oturan bir aile düşünün. Öte yandan donatılmış türlü yiyecekle dolu sofradan yemeği beğenmeyerek kalkan çocuklar, yüzü asık ebeveynler… Sebep sadece yetinememek, bu kadar basit.
3- İşini sevmek, içinde bulunduğu ortamdan zevk almak. Herkes bayıldığı veya yeteneği olduğu işi yapma şansına sahip değil. Hayata başka türlü bakmak lazım, yaptığın işten zevk almayı başarmak daha büyük erdem, bunu da başarabilir insan. Oflaya poflaya gidilen işten, akşam olsa da bitse diye düşünülen ortamdan ne hayır gelir. Oysa mutluluğu yaratmak da insanın elinde, bu kendini kandırmak değil, kendini daha çok sevmek ve değer vermektir.
4- Eşini sevmek; belki de ilk sıraya koymalıydım. Aşkla bütünleşirse ne ala, aşkla devam ederse ne mutlu, aşkla sonlanırsa ne mucizevi… Uzun yıllar evli kalan çiftlerin sırrı aynı yastığa baş koymalarıdır, denir. Kimileriniz hatırlayacaktır, eskiden tek ve upuzun yastıklar yapılırdı, anne baba yatakları için; aynı yastığa baş koyulurdu gerçekten de. Ne güzel adetler varmış, iki ayrı yastık daha konforlu gibi görünse de, manevi bir anlamı var bana kalırsa o tek yastığın. Eşini seven ve uzun süre evli kalan çiftlerin art arda vefat etmesi çok dokunmuştur yüreğime, oysa o da büyük mutluluk. Eşini sevmek, iltifat etmek, yaptığı yemeği beğenmek, eve geldiğinde kapıyı açmak, çocuklar uyuduktan sonra baş başa çay içmek, koynunda uyumak, omzuna yaslanmak; üstelik tüm bunları isteyerek ve içinden gelerek yapmak. Dünyaya bir daha gelsem yine seni isterim, demek.
5- Kendini bilmek; tanımak, anlamak. Yalnız başına kalamayan, tek başına kalınca bunalıma giren insanlar var; bir de kalabalık ortamlarda bulunan ve yine de kendini yalnız hissedenler. Öz güven aşılanan ve öz sevgiyle büyütülen çocuklar, yarının mutlu bireyleri unutmayın. Kendine yetebilen, zevkleri hobileri olan, kitap okuyan, özel ilgi alanları olan insanlar ne kadar da mutlu fark ediyorsunuz değil mi?
6- Hobi edinmek; bir şeylerle meşgul olmak. Ancak laf olsun diye değil, isteyerek, severek yapmak. Büyükelçi olan amcamın evde marangoz atölyesi vardı, çok şaşırırdım küçükken, anlamsız gelirdi. Oysa ne kadar önemliymiş, insanın elini, beynini meşgul eden, bir o kadar da rahatlatan şeylerle uğraşmak. “En büyük hobim AVM gezmek” diye düşünülen bir çağdayız. Kendimizi akışa ve bütünün sürüklendiği girdaba kaptırdık gibi görünüyor; o girdaptan çıkış yolu var, kendimiz için olmasa bile evlatlarımız için çabalayacağız elbette. “Ne akıllı çocuğum var, elinden tabletini bırakamıyor”dan kurtulup, “Ne mutlu çocuğum var, bahçede böcekleri inceliyor, ağaçtan meyve topluyor, maket yapıyor, gitar çalıyor, çamurla oynamaya bayılıyor”lara ulaşırız inşallah.
7- Toplumsal huzur, barış, sükunet, dinginlik… Elimizde olmayan bir şey gibi görünse de, içinde bulunmak istemediğimiz ortamlarda kalmak zorunda olmadığımızı kendimize hatırlatmamız gerekiyor. “Bir balıkçı kasabası” veya “Bir kafe açmak” hayali kuranlara ama maddi imkansızlıkları dile getirenlere şunu söylüyorum, “Balıkçı kasabası diye Bodrum hayalinden vazgeç, yüzlerce bakir kasaba ve köy var memlekette; kafe açmak için Cihangir veya Bebek’te dükkan bakacağına, başka bir şehre yerleş, git Sinop’ta kafe aç mesela”… Öyle değil mi, amaç kafe açmaksa gerçekten, kendi kurabiyelerini yapıp satmak istiyorsan neden illa çok popüler olan şeylerin peşindesin diye sorarlar adama! Trafikten, işten güçten, yaşanılan evden dertleniyoruz madem; madem bir tane ve sayılı gün yaşayacağımız bir hayatımız var, neden değiştirmeyelim.