Yayoi Kusama’dan Sonsuzluk Belgeseli!

Londra’nın ilk büyük site projesi içerisinde yer alan Barbican Sanat Merkezi 1982’de açıldı. Brutalist mimari yapısının ilham aldığı nokta, betonun soğukluğu ve ondan gelen estetiktir. ‘Brut’ Fransızca beton kalıbından gelmektedir ve İngiltere’de doğmuş Sovyet ve Eski Yugoslavya ülkerinde yükselişe geçmiştir. İronik bir şekilde çağdaş bir çok renkli sergi bu sanat merkezinde gerçekleşmektedir.

Yayoi Kusama Sonsuzluk!

Sizinle bu yazımızda Barbican Sanat Merkezi’nde izlediğim Heather Lenz direktörlüğünde hayat bulan Yayoi Kusama – Infinity (Kusama – Sonsuzluk) belgeselinden bahsetmek istiyorum.

Japon sanatçı Yayoi Kusama’yı puantiyeli sanat eserlerinden bilirsiniz. Özellikle tüm dünya onu 2012’de, Louis Vuitton ile yaptığı işbirliği ile daha da çok tanıdı. Sanatçı resimleri, heykelleri, enstalasyonları ile her daim otobiyografik ve psikolojik eserler ortaya çıkarıyor. Ağ ve puantiyenin ağır bastığı eserlerinde aslında obsesif kişiliğini yansıtıyor.

89 yaşında olan, 22 Mart 1929 doğumlu Kusama, parlayan kariyerine kolaylıkla ulaşmamış. Birçok sanatçı gibi zorluklarla boğuşmuş. Varlıklı bir aileden gelen Yayoi Kusama, annesinden gizli gizli resim yapıyormuş. Ailesi tarafından sanat tutkusu hiç bir zaman desteklenmemiş.

1957’de New York’a taşınan Kusama, Japon ve kadın bir sanatçı olarak Amerika sanat camiyasına kendini kabul ettirmekte güçlük çekmiş. Birçok orjinal fikri beyaz Amerikalı erkek sanatçılar tarafından kopyalanmış. O hiç bir olumlu tepki ve ilgi alamazken ekmeğini elit erkek sanatçı kesimi yiyormuş.

Aç kalmış, iki kez intihar girişiminde bulunmuş. 1973’de tekrar Japonya’ya taşınmış. Tokyo şehrinde sıfırdan kariyerine başlamış. Ona inanan kişiler yavaş yavaş hayatına girmiş. Hayatının ilerleyen zamanlarında bile olsa, verdiği emekler karşılığını bulmuş. Kişiliğinden ve tarzından ödün vermeyen sanat anlayışı ona dünyaca bir ün kazandırmış.

Dünyaya küsen, kendinden ve sanattan bıkan, gençlik yıllarında kendini New York’daki stüdyo penceresinden ölüme teslim eden Kusama, hayata döndükten sonra halen zorluklar yaşamış ama var oluşunun nedenlerini sorgulamış. Kendini sanata adamış. Birçok sanatçı vefatı sonrası ün ve başarıyı bulurken, o yaşarken emeklerinin meyvesini görecek kadar şanslı.

Hayatının getirdiği yükler olsa gerek, çocukluğundan itibaren süre gelen psikolojik rahatsızlıkları halüsinasyonlara dönüşmeye baslamış. 1975’de kendi isteği ile Seiwa Hastanesi’ne giriş yapmış. O zamanlardan beri de hastanede yaşıyor. Hastaneye 5 dakika yürüme mesafesinde kendisine ait bir stüdyosu var. Her sabah kalkıyor oraya calışmaya gidiyor ve yeni sanat eserleri üretiyor. “Sanat için olmasa çoktan ölmüştüm” diyor.

Kendisi yaşayan sanatçılar arasında dünyanın en çok eseri satılmış, sosyal medyada paylaşılmış, en bilinir sanatçısı olarak ünvanını koruyor. Gençlik yıllarında yaptığı sanat çalışmaları yüzünden anlaşılmamış ve doğduğu yer olan Matsumoto Nagano’da gittiği okuldan ismi sildirilmişti. 2002’den beri ise, Matsumoto Sanat Müzesinde sevgi ve saygı ile anıldığı kocaman bir köşesi var.

Hayatta her daim bir umut ışığı vardır. Azimle neden var olduğumuzu ve bu kısa ömrümüzde çevremize ne verebileceğimizi düşünmemiz gerekiyor.

Belgesel ile eş zamanlı Victoria Miro müzesinde Kusama’nın en son sergisini görme imkanım oldu. Önceki sergilerine gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki, bu sefer hiç olmadığı kadar parlak ve canlı renklerle nice hikaye anlatmıştı. Kocaman evrende hepimizin ne kadar değerli olduğunu hissettiren çok özel bir sergiydi.

 

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın