Yazar Hatice Kübra Tongar, annelikle birlikte gelişen, çocuk eğitimiyle ilgili kitap yazma serüvenini Aysha’ya anlattı.
Öncelikle sizi daha yakından tanımak isteyen okuyucularımız için bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
1984’ten beri evlat, 2005’ten beri eş, 2006’dan beri anne, 2009’dan beri yazarım… Hayattaki her rolümün bana kattığı çok şey oldu elbette. Anne-babamın eğitimim konusundaki desteği, eşimin yazmam konusundaki cesaretlendirmesi ve yolumu açması tüm yazı hayatımın ilk temelleri… Annelik ise öyle güzel bir duygu durumu, öyle güzel hassasiyetler armağan etti ki bana, anne olduktan sonra plansız bir şekilde kalemim bu yöne çevrildi. İyi ki de öyle oldu. Evlatlarım büyürken benim de yüreğim, bakış açım ve yazarlığım büyümeye başladı…
Çeşitli gazetelerde çalıştığınızı, genel yayın yönetmenliği yaptığınızı biliyoruz, peki kitap yazma fikri nasıl oluştu?
İşin aslı benim ‘kitap yazayım’ diye bir duam yoktu. Öncelikle bir dergide sayfa hazırlamaya başladım. O zamanlar mail falan yok tabii, okur mektupları var. Sayfa o kadar beğenildi ki, onlarca yüzlerce mektup aldım. Bu mektuplar ve gelen talepler sonucu bir internet sitesi açmaya karar verdik. Böylelikle daha çok kişiye ulaşabileceğimizi düşündük. Sayfanın ismi kadınca kararıncaydı… Bu sayfa kısa sürede binlerce gösterim alınca, bir radyodan program teklifi geldi. Aynı isimle 6 yıl boyunca radyo yayınları yaptım. Çok dinlenen bir program oldu. Sonrasında bir televizyon programı, akabinde de sosyal medya hesapları geldi. Tüm bu süreçler anneliğin mayasıyla mayalandıkça kıvam bulmaya başladı. Bu kıvamın satırlara dökülmesiyle de kitaplar geldi…
ANNELİK: ŞEFKAT, SEVGİ, SABIR
Anneliği nasıl tanımlarsınız? Her kadın anneliği tatmalı mı sizce?
Bence insan sayısı adedince ‘annelik’ tanımı yapmak mümkün… Çünkü hepimiz farklı düşünüp, farklı görüp, farklı yaşıyoruz. Annelik de öyle. Standart bir tanımı yok bence. Ben nasıl görüyor, ne anlam veriyorsam o şekilde yaşamıma geçiriyorum. Benim için annelik, içmeye doyamadığınız üçü bir arada içecek tarifi gibi… Üçü bir arada; şefkat, sevgi, sabır…
Elbette her hanımefendi bu duyguyu yaşasın isterim. Ama sadece ‘dileyen’ lerin değil, ‘hazır olanların’ anne olmasını daha çok isterim. Çünkü annelik, bizim kendi ihtiyaçlarımızı görelim diye var olan bir rol değil. Tam tersi, çocuğumuzun ihtiyaçlarını görüp, onu giderebilmesi için yanında olmamız gereken bir yolculuk. Bu yüzden anne olmak güzeldir ve fakat anneliğe hazır olmak daha önemli ve güzeldir.
Son dönemde mükemmel anne olma çabası aldı başını gidiyor. Şık, fit, eğitimli, eşine düşkün, gezen, çok bilen, sosyal medyayı çok iyi kullanan… Bu nasıl bir durum, pek sağlıklı olmadığını söyleyebilir miyiz?
İnsanların –hangi vasıf, görev ya da meslekte olursa olsun- olmadıkları gibi görünmelerini doğru bulmak elbette mümkün değil. Lakin sorudaki şu kısma dikkat çekmek gerek; şık olmak (yani imkanlar dahilinde temiz ve özenli giyinmek), fit olmak (yani az yiyerek sağlıklı bir kiloda kalmak), eğitimli olmak (yani donanımlı, kültürlü, kendini geliştirmiş olmak), eşine düşkün olmak (yani evliliğine emek harcamak), gezmek (yani “yeryüzünü gezip de bakın Allah neler yaratmış” ayetini hayata geçirmek), öğrenmek, bu zamanın insanlara ulaşan en etkili mecra olan sosyal medyayı ‘hayır için’ kullanmak neden sağlıksız olsun ki? Saydığınız bütün bu özellikler bence hepimizin gayretle yapması gereken şeyler. Sorun bu özellikleri taşımak değil, taşımadığı halde taşıyor gibi davranmakta… Tabi burada niyetimiz de önemli. Eğer niyetimiz sadece ‘göstermek’ se, bu bir problem. Ama biz böyle yaşıyor, bununla ilgili çevremize ufak dokunuşlarda bulunmaya gayret ediyorsak bence hayırlı bir iş yapıyoruz demektir.
AİLELERİ ŞİDDETSİZ BİR YAŞAMA DAVET EDİYORUZ
Bir anne olarak bağırmayan anneler sloganı ve kitabı çok ilgimi çekmişti. Nasıl ortaya çıktı, bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Aslında ‘Bağırmayan Peygamber’ i tanıdıkça ortaya çıktı. Ben ruh sağlığı alanında yıllardır çalışan, eğitim alan bir danışman olarak, uzunca zamandır Efendimiz (sav) in hayatını okuyor, araştırıyorum. Bir eş olarak nasıldı, bir baba olarak nasıldı, insan olarak nelere dikkat ederdi sorgulayıp, öğrenmeye çalışıyorum. Özellikle Peygamberimizin (sav) ‘ebeveyn’ kimliği benim çalışma alanım için çok kıymetli. Orada çok ince ayrıntılar var. Bunlardan en dikkatimi çeken Efendimizin (sav) ‘Bağırmıyor’ oluşuydu. Zaten dövmüyor, sövmüyor, kırıp dökmüyor ama bu kadar değil, çok daha ince ve latif bir duruşu var, O (sav) bağırmıyor bile… Bugün alanda çalışan insanlar olarak biz bağırma davranışına ‘psikolojik şiddet’ diyoruz. “Bağırmak da aynı fiziksel şiddet gibi bir şiddet türüdür” deyip, aileleri şiddetsiz bir yaşama davet ediyoruz. Çünkü şiddet sadece dövmek, vurmak, tokat atmak değildir. Bir çocuğa tokat atarak yanağını incitirsiniz; bağırdığınızda ise onurunu zedeler, haysiyetini yerle bir edersiniz.
Fıtrat Pedagojisi nedir, açar mısınız?
Fıtrat Pedagojisi; ebeveynliğin iki önemli bileşenini bir araya getiren bir tanımdır diyebilirim. Birincisi fıtrat; yani yaratılış, yani öz, yani doğuştan sahip olduğumuz hassasiyetler ve yönelimler. Bu ‘öz’ bizi biz yapan kişiliğimizin çekirdeği hükmünde. Burayı korumamız lazım. Kendi adımıza ‘annelik fıtratımızı’ fark edip muhafaza etmemiz; çocuklarımızda da var olan tohumu görüp soldurmadan büyütmeyi öğrenmemiz gerek. “Pedagoji” kavramı tam da burada işimize yarıyor. Pedagoji; çocuk bilimi demek. Çocuğa dair doğru bilgileri öğrenmek, en az çocuğu tanımak kadar önemli diye düşünüyorum. Nitekim doğru bilgi, özümüzdeki hakikati korumamız ve ortaya çıkarmamız için çok önemlidir. Bu yüzden Allah (cc) ilk vahyinde ‘Oku’ der. Önce oku, öğren, bilgiyi al… İkinci sure ‘Kalem Suresi’ dir. Okuduktan, öğrendikten sonra hayat sayfasını birer birer yazmak gelir. Fıtrat Pedagojisi özetle bu denklemi anlatıyor.
SEMİNERLERE HER YAŞTAN KATILIM VAR
Ya seminerler? Seminerlerin hedef kitlesi, nerelerde düzenleniyor, neler anlatıyorsunuz? Dönüşleri nasıl oluyor?
Seminerler herkese açık gerçekleşiyor. Aslında hedef kitlemiz ebeveynler… Yani anneler ve babalar. Lakin –abartısız- 7’den 77’ye çok geniş bir yelpazede katılım görüp, inanılmaz mutlu oluyoruz. Çocuk kitaplarımı okuyup gelen ya da ‘Ben de geleceğin annesiyim’ diye katılım gösteren genç ve bekar kardeşlerim olduğu gibi; çocuklarını çoktan büyütmüş, hatta ‘nine’ olmuş ‘Torunlarıma daha iyi örnek olabilmek için geldim’ diyen anneanne/ babaannelerimiz de oluyor. Ben eğitime, öğrenime ve değişime gösterilen ilgiden çok memnumun. Bu bağlamda herkese çok teşekkür ederim.
Sosyal medyada da çok fazla takipçiniz var? Yoğunluğunuz zaten ortada ve annelik en zor meslek. Nasıl idare ediyorsunuz?
Az uyku, az teknoloji, az sosyal hayat. İnsanın ayrı yaş dönemlerinde, ayrı ihtiyaçları olan evlatları olunca, home ofis çalışıp evinin düzeniyle kendisi ilgilenince, bir de yoğun bir mesleki koşuşması olunca elbette bazı şeylerden fedakarlık etmek gerekiyor. Ben eşimden, evimden, çocuğumdan kesmek istemediğim için uykumdan, teknolojiyle olan yakınlığımdan ve ne yazık ki arkadaş buluşmalarımdan keserek denge kurmaya çalışıyorum. İnanın planlı ve kararlı olduğunuzda Allah zamanınıza hayal bile etmediğiniz güzel bir bereket veriyor. Az zamanınız birden çoğalıyor.
Burada ‘teknoloji’ ayağı çok önemli… Bence teknolojiye gereksiz vakit ayıranlarımız oldukça fazla. Bazen seminerlerde “Hatice Hanım, size çok üzülüyorum. Gelen olumsuz yorumları okuyorum, dua ediyorum size” diyen kardeşlerim oluyor. Sağ olsunlar, önemsiyorlar ve dualarına alacak kadar kıymet veriyorlar. Lakin ben cevaben şunu söylüyorum: Ben, sayfa benim sayfam olmasına rağmen, tüm yorumları okuyacak zamanı bulamıyorum. Önemsemediğimden değil, ama böyle bir zamanım yok. Sizin tek takip ettiğiniz kişi muhakkak ben değilim. Başkalarının paylaşımlarını, yorumlarını da okuyorsunuzdur. E onca kişinin paylaşımıydı, yorumuydu, kimin kime ne cevap verdiğiydi derken elimizde telefon saatler heba oluyor. Sonra da çocuğuma, eşime, kendime ayıracak zamanım yok diyoruz.
KUTU:
ÇOCUKLARIMIZIN SAHİBİ DEĞİL EMANETÇİSİYİZ
Son olarak çocuk eğitiminde yaptığımız en büyük yanlışlar neler?
Pek çok yanlışımız var. Ama temelde şunu söyleyebilirim; en büyük yanlışımız çocuklarımızın sahibi olduğumuzu düşünmemiz. Öyle ya, dilimize geçmiş kavram bile böyle. “Çocuk sahibi olmak” diyoruz. Bir şeyin sahibi olduğunuzu düşünürseniz, o şeye dilediğiniz gibi davranabileceğinizi de düşünürsünüz. “Annesi değil miyim, döverim de severim de…” dersiniz mesela. Oysa işin aslı bu değil. Her birimiz ‘sahibi’ olduğumuzu sandığımız şeylerin ‘emanetçisiyiz’ aslında. Çocuk için de böyle…
Eğer ebeveynler olarak çocuklarımızın bize Allah (cc) tarafından emanet edilmiş ve günü geldiğinde bu emanete nasıl muamele ettiğimizle sorguya çekileceğimiz birer yol arkadaşı olduklarını fark edersek, ilişkimiz hem güzelleşir, hem de annelik yolculuğumuzu daha keyifli hale getirmiş oluruz.