II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle tüm dünya savaşın ekonomik etkileriyle uğraşırken, savaş yıllarında uygulanan sıkı denetimler kaldırılsa da malzeme konusunda hâlâ sıkıntı yaşanıyordu. Tam da böyle bir dönemde bu sıkıntılara baş kaldırırcasına ortaya bir koleksiyon çıktı. Koleksiyonda kullanılan metrelerce kumaş ile sorumsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya kalınsa da, savaş döneminin az miktardaki düşük kalite kumaşlardan üretilmiş giysilerden bıkmış olan müşteriler ve moda dünyası, kendilerini büyük bir çekim ile bu koleksiyona doğru giderken bulmuşlardı. Bu ses getiren koleksiyon, daha bir sene önce kendi modaevini açmış olan Christian Dior’un, 1947 koleksiyonuydu…



“New Look” olarak ortaya çıkan bu estetiğe bu adı, koleksiyon tasarımcısı değil, Harper’s Bazaar editörü Carmel Snow’un taktığı bilinir. İçinde bulunulan dönemde, kısıtlı kumaşlarla üretilmiş katı kesimlere alışık gözler tarafından yadırgansa da; aslında uzun etekleri aşağıya doğru genişleyen, ince belli, dar omuzlu bu kesim bir çok tarihi referansı da içinde barındırıyordu. O son derece bol ve rahat duran etekler, aslında o kadar fazla kumaş kullanarak yapılıyordu ki bir kişinin eline alıp kaldırması bile zordu. Dar omuzlar ve ince belli siluetin ortaya çıkması için giysilerin altına bir korse giyilmesi gerekiyordu. Tüm bu açılardan bakıldığında ortaya çıkan bu “yeni” siluet, 19. yüzyılın ortalarını anımsatıyordu. Bu estetik, gittikçe kısalan etek boyları ve rahatlaşan kesimlerle karşılaştırıldığında bir kesim tarafından kadınların özgürlüğüne karşı bir saldırı olarak algılanarak, tepkileri üzerine çekmişti.

Daha çocukken tasarımcı olacağı belli olan tasarımcılar vardır; ama Christian Dior onlardan biri değildi. 30’lu yaşlarına kadar tasarım alanında bile çalışmamıştı. Ama bu onun yine de annesinin giysilerine hayran olması klasiğine engel olmamış. Zaten çok sonraları Dior, çocukken “parlak, detaylı, çiçekli veya gösterişli” olan her şeyi sevdiğini, ancak en çok çiçeklere ve bitkilere düşkün olduğunu yazacaktı.

Christian Dior, 1905’te Granville- Normandiya’da doğmuş, günümüzde Christian Dior Müzesi olarak varlığını sürdüren bir evde büyümüştü. Dior Freres isimli başarılı bir gübre üreticisi olan babasının sayesinde rahat bir yaşam içerisinde yetişmiş, 10 yaşından sonra Paris’e taşınmış. Oğlunun yetenekleri yönünden memnun olmayan babası, onu diplomat olması için Siyasal Bilimler okumaya göndermiş. Fakat bu durum Christian’ın hayatında başka bir kapı aralar çünkü burada tüm zamanını, aralarında Jean Cocteau, Max Jacob, Salvador Dalí ve Christian Berard gibi ünlü isimlerin de olduğu sanatçı arkadaşları ile geçirir. Sonraları Dior, illüstratör
Berard’la ileride birlikte çalışacak ve Dior’un ilk koleksiyonunun başarısında Berard’ın büyük katkısı bulunacaktı.

Okulunu tamamlamadan askere giden Dior, Paris’e dönüp babasının yardımıyla aile ismini kullanmamak şartıyla, Picasso’ya kadar dönemin birçok ünlü isimlerinin yer aldığı bir galeri açtı. Dior, üç yıl sonra önce annesini ve ağabeyini kaybetmiş, devamında da “Büyük Buhran” esnasında babasının gübre işletmesinin iflasıyla beraber galerisini de kapatmak zorunda kalmıştı. Bütün bunlar Christian Dior’un hayatı için büyük bir dönüm noktası olur. Elinde kalan apartman dairesini de kaybeden Dior, parasız pulsuz bir şekilde arkadaşının evinde yerde uyumaya başlamış, sağlıksız yaşam tarzının da etkisiyle etkisinden 1 senede kurtulabileceği tüberküloza yakalanmış.
Adını tarihe yazdıran Dior, elbette ki yılmamıştı. İllüstratör arkadaşı Berard’ın geniş çevresi sayesinde, yaptığı çizimlerini gazetelere satmaya başlamış ve İsviçre’li modacı Robert Piquet’le yolları kesişmiştir. Piquet’ın iş teklifi ile moda dünyasında çalışmaya başlar Dior. II. Dünya Savaşı’yla birlikte tekrar askere çağırılan Christian, 1942’de Paris’e dönerek couture alanında çalışmaya devam etti. O esnada, “Fransa’nın Pamuk Kralı” olarak tanınan iş adamı Marcel Boussac’ın fabrikaları savaş yüzünden boştu ve işleri canlandırmak için bir modaevi satın almayı düşünüyorlardı. O zaman etkinliğini yitiren “Philippe ve Gaston” isimli modaevini alarak, burayı hayata döndürme görevini Dior’a vermeyi teklif ettiler. Ancak Dior, ölü bir modaevini diriltmekle uğraşmaktansa kendi adını taşıyan bir modaevi açmayı tercih ederdi. Öyle de oldu; Boussac bu durumu kabul etti ve Dior, 41 yaşında kendi modaevinin başına geçti.
Bundan sonra Christian Dior’un modaya yön vereceği dönem başlar. Christian Dior’un, ortaya çıkardığı siluetleri şekillerine göre adlandırma alışkanlığı vardı. Dünyanın “New Look” olarak tanıdığı silueti kendisi, kıyafetin kesiminin çizdiği şekilden hareketle ‘’Figure 8” olarak adlandırmıştı. Göğüsler belirgin, bel incecik, kalça ise kumaş zengini eteklerle hareketlendirilmiş… Bu başarısının devamında 1948’de asimetriyle oynayan “Zig-Zag Line’ı”, 1950’de Vertical silueti, 1953’te yuvarlak ve net hatlarıyla ilhamını laleden alan “Tulip” kesimini piyasaya sürdü. Bunları, vücuda oturan keskin hatlarıyla H harfine benzeyen “H Line”, göğüslerden aşağıya doğru açılan “A Line”, omuz dekoltesini vurgulayan “Y Line” siluetleri takip etti.
Christian Dior, bugün hâlâ Dior markasıyla varlığını sürdürüyor. Onun geride bıraktığı mirası, moda dünyasında lüksü tekrar tanımlaması olmuştu. Bıraktığı tek miras tasarım estetiği değil, aynı zamanda bir iş alanı olarak modaya yaklaşımı da kabul edilir.
O, savaş sonrasında ortada kalan moda sektörünün ipuçlarını yakalamış, pazarlamanın önemini tam olarak kavrayan ilk tasarımcı olmuştur. New York ve Londra’ya mağazalar açarak günümüzde birçok markanın da izinden yürüdüğü bir örnek haline gelmişti. Öyle ki Dior ismi, hâlâ ilk koleksiyonunun ortaya çıkardığı lüks hissiyle özdeşleştirilir.