Yaşadığımız yerlere yerleştirmeler yapan bir diğer değişiyle görünür kılan Melek Zeynep Bulut, genç bir sanatçı ve mimar. Uzun yıllardır çağdaş sanat alanında çalışan Bulut, göç idaresi binasında yaptığı göç enstalasyonu (yerleştirme sanatı) ile göç olgusuna dikkat çekerken, ‘Böyle Daha Güzelsin’ sergisi için hazırladığı yara enstalasyonu eseri ile toplumsal bir travmayı yansıtıyor. Duygu deneyimlerini mekanlarda sanatsal yapıtlar haline getiren Melek Zeynep Bulut, toplumsal meselelere dikkat çekiyor.
Hümeyra Zorlu
Bir taraftan sanat çalışmaları devam ederken siz aynı zamanda mimarsınız. Bu süreçte nasıl bir geçiş dönemi oldu?
Evet. Esasında bir geçiş olmadı, bunlar benim hayatımda hep birlikte ilerleyen profesyonel deneyimler. Çocuk yaşlardan itibaren sanatın çeşitli alanlarıyla uğraşıyordum zaten, mimarlık eğitimimle iş başka bir boyut aldı sadece. İkisini birleştirmeye karar verdim. Denenmemiş bir alanı keşfetmeye çıktım.
Resim ve heykel çalışmaları da yapıyorsunuz. Yaptığınız sanat çalışmalarını özetler misiniz?
Estetik bir bütündür ve bir bilimdir. Bir matematiği vardır. Bu matrix gibi. O sistemi çözdüğünüzde onunla oynar hale geliyorsunuz. Bir kent tasarlamakla bir obje tasarlamak arasında, ya da bir resmi duyusal olarak kurgulamakla bir mekana ruh katan şeyi görünür kılmak arasında hiçbir fark yok. Hepsi ortak bir yazılımla işliyor. Ben de bu sistemi çalıştırıyorum. Resim, heykel, müzik, mimarlık, kent tasarımı, edebiyat bir sürü şeyle aynı anda uğraşmak zorundayım da bu dengeyi oluşturmak için, aksi takdirde nitelikli olmayacağı kanısındayım. Yaptığım şey de tam olarak bu. İçinde yaşadığımız evlere, ibadet mekanlarımıza, toplumu derinden etkileyen sosyal meselelere, şehirlere, yollara, terkedilmiş yerlere –bunu sonsuz çeşitlendirebiliriz- yerleştirmeler yapmak.
Mültecilerin fiziksel göçünün yanı sıra ruhsal ve duygusal olarak da göçünü anlatan bir enstalasyon çalışmanız var. Kuş ve göçmen metaforu nasıl bir birleşim sağladı?
Dünyayı yöneten büyük şirketler, markalar insanları güdüleme mekanizmalarını kullanarak sistem geliştiriyorlar. Metro ağları, kent planları, çalışma saatleri bunların her biri ‘’sürü ve sürüleştirme mekanizması’’ nın çalıştırılmasının bir sonucu. İnsanların özgür iradeleri kendilerinde olmadığı, güdülendikleri için dünya bugün bu halde. Yanı başımızda gelişen çok trajik olaylara kör, sağır kalabiliyoruz. Biz de bunu tersine çevirsek nasıl olur sorusuyla başladık. Bu hareket sistemi insanları güdülemez de tam tersine özgürleştirse nasıl olur? Metro ağlarında insanların giriş çıkış sürü davranış sistemlerini, şehirlerde rush hourlarda o hızlı, sistematik davranışların ağını çıkardık. Sonra bir baktık ki bundan doğada var. Kuşlar böyle bir sistemle hareket ediyor. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Mülteci meselesini uzun süredir çalışıyordum ve bu konunun dilsiz olduğunu hissediyordum, uykularımın kaçtığı oluyordu araştırma sürecinde gördüklerimden. Bu projeyi yaptıktan sonra tüm Türkiye’den ve hatta dünyanın çeşitli yerlerinden insanlardan, kurumlardan çok insani geri dönüşler aldım.
EV KAVRAMI İLE BAĞ KURDUM
28 Şubatta açılan ‘Böyle Daha Güzelsin’ adlı sergide sizin de Rene Pavillion adlı dev bir yara kabuğu eseriniz sergileniyor. ‘Yara’ nın arka planı nasıl gelişti?
Psikolojide şöyle bir şey var; hayatınızı derinden etkileyen bir travmayı iyileştirmenin en etkili yolu onunla karşılaşmak. Süreci çalışırken yaptığım araştırmalarda dev, apaçık fakat kimsenin içine girmediği bariz soğuk bir yarayla karşılaştım. Yara kelimesi kök dillerde yarık, açıklık ve ışığın içeri sızdığı yer anlamına geliyor. Yani yaraya esasında negatif bir anlam yüklenmemiş. Bu karşılaşmayı yaşatıp bir deneyime dönüştürelim ve hem bir empati hem de iyileşme sağlayalım istedik. Gerçek bir izi 200 kat büyüttük. Bu aşamada karşımıza çıkan formun evrendeki gezegenlerin dönüşüyle, kalbin kan pompalayışıyla, coğrafi dalgalarla aynı şey olduğunu gördük. Bir bütün geometrisi çıktı karşıma. Sonra bunun içine bir doğum anı yerleştirerek yarayı mekânsal bir deneyime, paviliona dönüştürdük. Duyguyu geçirebilmek için şehrin her yerinden eşyalar toplandı, hurdacılarla anlaştık. Ve bu eşyaları sıkıştırıp dönüştürerek yerden kalkmış, 25 metre civarı, içinde bir doğum anı olan dev bir kabuk yaptık. Sonra o da bize sürpriz yaptı. Benim tasarlarken kullandığım ses dalgaları, ışıkları kapattığınızda görünür oluyor ve birkaç duyuya hitap edebilen bir deneyimle baş başa kalıyorsunuz. Bu baş başalık birlikte yeşermenizle son buluyor.
Yara kabuğunun size geri dönüşleri nasıl oldu? Sizi farklı hikayelere yönlendirdi mi?
Hem sanat ve tasarım camiasından, hem de ziyaret edenlerden çok güzel geri dönüşler aldım ve doğru bir şey yaptığımı çok derinden hissetim. Farklı hikayelere yönlendirmekten ziyade olduğum yerin ve yaptığım şeyin toplumda karşılığını hissettim. Bu önemliydi.
Kendimizi insanlardan izole ettiğimiz bu süreç, size ne gibi katkılar sundu?
Bana iyi geldi açıkçası. Kendimi yavaşlamış, dingin ve bir zaman tünelinde gibi hissediyorum. Kendimle çözümlemem gereken ama hep ertelediğim şeyleri tartışıyorum. Yazıyorum, okuyorum, çiziyorum. Bambaşka yönlerimi keşfettim, meğer oldukça domestik biriymişim. ‘’Ev’’ kavramı ile bağ kurdum. Bu süreç bittikten sonra evle daha fazla ilişki içerisinde olacağımı ve bunun beni bambaşka şeylere taşıyacağını hissediyorum.
Önümüzdeki dönemlerde ulusal ve uluslararası projeleriniz var mı?
Olmaz mı. Murmuration’ın devam eden iki versiyonu var. Biri başka bir ülkede, diğeri burada sayılır. Bir pavilion daha hazırlıyorum. Kitap projemiz var bu yılın başında yayınlamaktı niyetimiz ama biraz daha genişlemek istedi. Bir de bir ibadet mekanı sistemi üzerinde çalışıyorum. Yavaş yavaş hepsini birlikte deneyimleyeceğiz.