Tarihi ve turistik açıdan çok kıymetli ve bir o kadar da göz alıcı olan bu değerler, aslında Mısır’ın ve Mısırlıların gözlerden hep kaçan, ızdırap dolu geçmişlerini perdelemektedir. Hiçbir zaman iktidar olamayan, hep zulüm altında ezilen, birilerinin tanrısallık iddiaları ve tahakkümleri altında geçen çile dolu geçmişlerini.
Aslında yeryüzünün en korunaklı ve bir o kadar da zengin topraklarıdır Mısır. Afrika Kıtasının kuzey köşesinde, iki tarafı denizler, bir tarafı da aşılmaz bir çöl ile çevrilidir. Resmen düşmanlarına karşı tabi bir koruması vardır. Tarih öncesi dönemlerin acımasızlığında en önemli güdülerden biridir güvende olma ihtiyacı. Nice kavim kendini koruma adına yalçın dağların en zirvelerini kendilerine mekân seçerken, Mısırlılar rahatlıkla nehir kıyılarına en büyük şehirlerini kurabilmişlerdir. Dışarıdan bir saldırı korkuları hiç olmamıştır. Hatta kudretli Hitit kralları bile Mısırlılarla kapıştıklarında, Suriye’nin ötesine geçip, Mısır’ın ana merkezine nüfuz etmeyi göze alamamışlardır.

Zengindir Mısır toprakları. Çünkü bir bitkinin yetişebilmesi için gerekli olan her şey, bu özel korunmuş bölgede hazır ve nazırdır. Hatta bereket Mısır’ın ayaklarına kadar taşınmaktadır. Bu kavurucu çölün ortasından yeryüzünün en bereketli nehirlerinden biri olan Nil geçer. Hem de öyle böyle bir nehir değildir Nil. Deniz gibidir resmen. Baktığınız zaman öyle bir kalınlıkta akar ki bilmeyen çoğu kişi Akdeniz’i seyrettiğini sanır. Tabi geçtiği her yere de hayat olur akarken. Ayrıca Nil Nehri her sene ilginç bir şekilde taşmaktadır. Afrika’nın ortalarından yukarılara taşıdığı son derece bereketli alüvyal toprakları, bu taşma esnasında etrafındaki kilometrelerce toprağa hediye eder ve çekilir. İşte bu bıraktığı tabaka, yeryüzünün en kıymetli gübrelerinden daha büyük etki yapar bu kurak çöl topraklarına. Zaten hava yaz kış güneşlidir. Yılda üç kez, bazen dört kez ürün alınabilir Mısır arazilerinden. Yeryüzünün hububat ambarı demeleri boşuna değildir.
Nil Nehri ayrıca ulaşım kolaylığı da sağlar Mısırlılara. Bugünün modern Avrupa Devletleri, Sanayi İnkılâbı döneminde hammadde ve ürün sevkiyatı için ülkelerinin dört bir yanını kanallarla donatmışlardır. Bu kanallarda seyreden yük gemileri hâlâ büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Mısırlıların böyle bir gayrete de ihtiyaçları yoktur. Çünkü tabi olarak kanalların en büyüğü ve hızlısı ellerinin altındadır. Boydan boya tüm Mısır’ı geçen Nil Nehri, büyük bir ulaşım ve sevkiyat kolaylığı sağlar. Tabii Nil Nehrinden çıkan diğer zenginlikleri hiç saymıyoruz. Nice balık ve kuş türü, her türlü ev eşyası yapımında kullanılan deniz gibi sazlıklar ve daha neler…

Güvenlik hat safhada, ürün bol, zenginlik taşıyor. Peki, ya Mısırlılar? Onlar mutlu mu acaba? Asya steplerindeki Türkler, Ortadoğu’daki Araplar, Sibirya’daki Slavlar, Anadolu’da Hititler, Avrupa Alplerindeki Vikingler kadar mutlular mı? Ne yazık ki değiller. Çünkü başlarında, onları yönetmek için bulunan ve dünyada eşi benzeri görülmemiş idarecileri var. Kendilerinde tanrısal özellikler olduğunu iddia eden, çocukluklarında tanrılar tarafından emzirildiklerini düşünen, tanrıların oğlu olduklarını sanan ve öldükleri zaman da tanrılaşacaklarına inanan Firavunlar. Hatta bu düşünceleri dolayısı ile kendilerini o kadar asil ve toplumdan farklı görmekteydiler ki, evlilik yaşları geldiğinde, sefil halktan biri ile evlenmek yerine, tanrısal gelenekten gelen kendi aileleri içinden evlilik yapmaya özen gösterirlerdi. Aynen günümüzde mal dışarıya kaçmasın diye aile içi evlilik yaptırılan sülalelerde olduğu gibi. Tarih boyunca hiçbir aristokraside görülmediği kadar çılgınlaşmış ve kendilerini kimsenin koymadığı yerlere koymuşlardır.

Mısır’ın zaman zaman kurtarıcıları da olmuştur. Bir Yusuf (a.s.) eli değmiştir bir zamanlar Mısır’a. Kenan illerinden gelmiş; bir kuyudan, sonra bir zindandan çıkarak güneş gibi doğmuştur Mısırlıların üzerine. Öyle bereketli bir dönemdir ki, devrin Firavunu bile yola gelecek, tüm putlar ayaklar altına alınarak Mısır’ın tek bir Allah’a inanılan, yegâne zaman dilimi olan Akeneton dönemi başlayacaktır. Ama Mısır’da Firavunlar biter mi? Akeneton’un damadı Tutankamon ile yeniden Amon kültüne geri dönecekler; firavunların, rahiplerin, askerlerin halk üzerindeki zulüm süreci yeniden başlayacaktır.
Derken Büyük İskender gözükür Mısır önlerinde. Makedonya’dan kopup gelmiş, başta Pers Kralı olmak üzere nice zalimi ayakları altında ezmiştir. Mısır O’nu büyük bir kurtarıcı olarak karşılar. Ama Mısır’ın zenginliği, çok tanrılı dini, halkın teveccühü İskender’in ayaklarını kaydırmakta gecikmez. Mısırlıların başında, kanlarını emen nice firavunu, mallarını sundukları nice putu yetmiyormuş gibi; bir de kendisini tanrı ilan eden Büyük İskender’leri çıkar. Ömrü uzun olmaz İskender’in; Hindistan seferine çıkar ve dönüşte Babil önlerinde vefat eder. İskender’in ölümü Mısır’ı kurtarmaz. Onun kumandanları ile birlikte başka bir firavunlar yönetimi başlar. Makedon asıllı firavunlar; Ptolomeoslar.

Romalıların dünyayı kasıp kavurdukları günlerdir. Büyük İmparator Sezar, gözünü bereketli Mısır topraklarına diker. Orduları ile gelir ama Makedon firavunlar, sülalesinin yöneticilerinden 7. Ptolomeos’un kızı Kleopatra’ya aşık olur. Sonra Antonious ve Kleopatra aşkı ile Roma’nın Mısır sömürgesi sürer. Saldırı yoktur ama yağma ve sömürü başlamıştır. Oktavyus ile Mısır’da yağma artık aleni yapılmaya başlanır. Mısır rahata hala hasrettir. Bu kez Romalı Firavunlar dönemi başlamıştır. Piramitler, yeraltı mezarları, Mısır’ın tüm mukaddesatı yağmalanmaya başlanır. MS.360’larda Roma, Hıristiyanlığı benimsemiş; ama Mısır halkı eski inançlarına devam etmektedir. İmparator Theodosios bunun sebebini sorar. Mısır’daki adamları, Mısır halkının İskenderiye’deki dev kütüphanede bulunan papirüslerdeki ana kaynaklarından beslendiklerini, eski kültürlerini bu nedenle unutmadıklarını anlatır. Theodosios yakılmasını emreder. Dev bir hazine, on binlerce papirüs ve parşömen cayır cayır yanar. Mısırlıların Romalı Firavunları iş başındadır.
Kadim Mısır tarihinde kurtarıcılar, hayan üfleyiciler, selamete erdiriciler de gelmemiş değildir. Hz. Musa’lar, Hz. Ömer’ler, Tulunoğlu Ahmetler, Yavuz Sultan Selim’ler de gelmiştir. Zulmetmemiş, kan dökmemiş, Mısır’a altın dönemler yaşatmışlardır. Kim firavun ve diktatör; kim halkın yanında bir idareci, anlamak isterseniz büyük Mısır ülkesine şöyle bir göz atın. 5000 sene boyunca hangi idareci kendisine, hangi idareci halkına yatırım yapmış, aradaki farkı hemen görürsünüz. Firavunlar arkalarında sadece son derece zengin yeraltı mezarları ve piramitler bırakırken, Romalılar Mısır’ın tüm zenginliğini ülkelerine taşırken, Memlük ve Osmanlı, bugün hâlâ Mısır’da ayakta duran yüzlerce eser bırakarak Mısır halkını mamur etmişlerdir.
Ancak Mısır’ın makûs talihine bakın ki, bu topraklardan firavunlar eksik olmayacaktır. Osmanlının 400 asırlık bir sükûn dönemi sonrası Avrupa’nın sömürü zihniyeti ile Mısır’ı kıskıvrak yakalayacak, ardından modern dönemin Firavunları vazifeye avdet edeceklerdir…
Talha Uğurluel