Başörtülü Değil Müslüman

Geçtiğimiz ay bir haber sitesinde “Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” isimli bir röportaj dizisi okuduk. Ayşe Çavdar ve Fatma Bostan Ünsal’ın yorumlarıyla çıkan diziyi ben de sosyal medya aracılığıyla soruşturmaya açtım. Oldukça ilginç yorumların, bazıları hiddet bazıları empati doluyken bazıları endişe ve merak içeriyordu. Yeri gelmişken fikirlerini benimle paylaşma nezaketi gösterenlere tekrar teşekkür ederim. Bu meselenin bende oluşturduğu soru şu: Başörtülü kadınlar gerçekten de “açılmak” için mücadele ediyor mu? Ya da şöyle sorayım, bireylerin yaşadığı tekil mücadeleler onları bir kitle haline getirebilir mi?

 

28 Şubat döneminde, Bursa’da Anadolu İmam Hatip Lisesinde bir orta okul öğrencisiydim. Ve zorla girdiğim bu okulda, çok da istemeyerek fakat başka bir seçeneğim olmadığı varsayımıyla taktığım başörtümle kendimi bir mücadelenin içinde buldum. Gece gündüz süren eylemler, gözaltına alınmalar, aileyle, öğretmenle, başını açıp ders gören arkadaşlarla kavgalar derken bir şekilde sıralara sistem aleyhine küfürler kazıyarak, disiplin kurullarına savunmalar yazarak okulu bitirdim. Lisede tam bir fundamentalisttim, İmam hatipten ayrılmış, bir kız kolejine girmiştim. Orada gördüğüm açıl baskısına ancak bir yıl dayanabildim ve yurtdışını denedim. Ve işin sonunda başımı açmadan liseyi açık öğretim sınavlarına girerek bitirdim. İlk yıl üniversite sınavına alınmadım, diğer bir deyişle sınava girmedim. Ertesi yıl peruk takıp sınava girdim ve o yazın sonunda üniversiteye başladım. Üniversitede de 4 yıl boyunca şapka taktım. Yüksek lisansa başladığım dönemde de başörtüsü yasağı kalkmıştı. Eğitim hayatım boyunca eğitildiğim en büyük yer de bu mesele olmuştu benim için: başörtüsü.

Çok mu dindardım? Hayır. Orta okulda 13 yaşımda başımı açmak benim için ne ifade ediyordu? Tek bir şey: yenilmek. Yenilmek istemiyordum. Dini bir mücadelenin içinde hissetmiyordum kendimi, cihat filan yapmıyordum, yaptığım tek şey, o sırada inandığım tek şey gerçekten özgürlük alanıma müdahaleye katlanamıyor oluşumdu.

Okulun kapısının önünde bağıra bağıra slogan atarken “Ya içerde okul sırasında olsam ne değişirdi?” diye sormadım mı kendime? Çok.

10 sene süren bu mücadele süresince saçlarımı örttüğüm hiçbir an kendimi bir siyasi simge olarak görmedim. Ne kendimi ne de örtümü. 10 yıllık süreç tam da benim büyüme dönemimdir. Elbette her zaman aynı şeyi düşünmedim. Çok yoruldum açayım dedim, erkenden evlensem mi dedim, kurslara gidip kendimi eğitebilirim dedim, okula harcanacak para ile yurtdışında takılabilirim, başımı açsam her şey bambaşka olurdu dedim. Ama sonuç olarak hala açmadım. Nefsimle mücadeleye devam eden bir Müslümanım herkes gibi. Çok şey dedim çok şey yaşadım. Ve büyüdüm. Benim büyüme hikayem işte bu yüzden başörtüsünden ayrılamıyor. İşte bu yüzden başörtüsü benim kimliğimin bir parçası. Ama görüldüğüm, bilindiğim, adlandırıldığımın aksine ben başörtülü değilim, sadece Müslümanım.

Bunları yazmak gibi bir niyetim yoktu aslında. Niyetim yazı dizisinde gördüğüm eksiklikleri fazlalıkları yazmaktı. Bunları yazdım çünkü başörtüsü ya da namaz ya da faiz yememek ya da kurban kesmek; bunların hepsi benim gözümde aynılar. Ve hepsi son derece kişisel. Namazlarını aksatmayan veya oruç tutan biri kötülük yapabilir mi, günaha girebilir mi? Evet girebilir. Hepimiz günaha giriyoruz. Ve günaha girme özgürlüğünü bize İslam veriyor. İyi ve kötü arasında bir seçim yapmak, onları birbirinden ayırt edebilmek da bizim elimizde.

Şimdi başta sorduğum soruyu yeniden soruyorum; tekil mücadelelerin hepsini bir araya getirsek ondan bir kitle hareketi yaratabilir miyiz? Birilerinin başörtüsünü siyasal simge olarak kullanması sonra da “başörtüsü iktidara gelince” ondan vazgeçmesi; birinin yaşam hikayesini “Deist oldum” yerine “Başımı açtım” diye anlatması; ötekinin “Hem eşcinselim hem Müslümanım” demesi ya da “Ben başörtülüyüm ve iktidar karşıtıyım” diyen birinin varlığı bu söylemlerin sahiplerini –velev ki kendileri aksini düşünüyor olsun- aynı kefeye koyuyor mu?

Benim için başörtüsü mücadelesi tamamen içsel, bireysel, tekil ve biricik, neredeyse diğer bütün dini vecibeler gibi. Öyle bir mücadele ki hem kendi nefsinle hem de toplum içindeki varlığınla hatta bazen ait olduğun büyük- küçük yapıcıklarla. O varlık katmanında da biricik ve teksin, çünkü bu bir siyasi söylev değil, yaşamak. Yaşarken ne kadar yalnızsan, her sabah ayna karşısında örtünü takarken ne kadar kendinsen, bu süreçte de öylesin. Tam da bu nedenle herkesin başını açma öyküsü de biricik. Ve bu mücadelenin dönüşmesi, evrilmesi hatta bitmesi ki okuduğum ve bildiğim örneklere bakınca bitememesi bir kimlikleşme hikayesi. Ve hikayeler birleşince roman olmuyor.

 

Merve A. Tokyay

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın