Aynı zamanda padişahın evidir, onun da bir odasının bulunduğu… Osmanlı sarayı; Saray-ı Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç bölümden oluşur. Ancak, “Harem –-i Hümâyûn” denildiğinde Enderun’u da içine alır ki; Enderun’un, Osmanlı Devleti’nin erkek yöneticilerinin yetiştiği bir yüksekokul, Harem’in de ona paralel olarak kadın yöneticilerin yetiştirildiği bir mektep olduğunu vurgulamak, bugün için büyük bir sorumluluktur. Asla unutulmaması gereken bir konu da; hareme adımını atan, her kim ve nereli olursa olsun, iyi bir eğitim alabilmesi için ona ilk öğretilenin doğru ve temiz bir Türkçe olduğudur. Bunu bilmek, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmemizi kolaylaştıracaktır.

Padişahların çocuklarına “Sultan” denir. Erkek çocuklarda yani şehzadelerde bu sıfat, ismin önüne; kızlarda ise ismin sonuna gelir. Sultan ve şehzadelerin kızlarına ise, “Hanım Sultan”, oğullarına “Bey” denilir. Üstün bir ahlâk ve terbiye ile yetişen sultan ve şehzadeler birbirlerine asla isimleriyle hitap etmezler. Hatta isimleriyle birlikte “Âdile Sultan Hemşire” gibi, yeğenleri ise “Sultan Efendi ” diye hitap ederler. Padişahın kadınları ve çocukları dâhil olmak üzere bütün saray halkı padişaha; “Efendimiz” der. Bir tek Valide Sultan, oğluna “Aslanım” veya “Aslancığım” diyebilir.

Bu açıklamalardan sonra artık, sarayı şereflendirmesi yaklaşan sultan için yapılan hazırlıklara geçebiliriz. Gerçekleşecek doğum için harem dairesindeki büyük odalardan biri hazırlanır. Gerekli olan eşya, giyecek vs. bizzat Valide Sultan tarafından tespit edilerek sipariş edilir. Hazinedar vekili veya kethüdası istenilenleri defteriyle beraber düzenleyerek hareme teslim eder. Şayet çocuk ve kadın takımlarından hazinede bulunan varsa, o eşyalar yeniden alınmaz, yeni doğacak çocuk için kullanılır.
Bu arada doğumu gerçekleştirecek ebe ile sütnine (dâye) de tespit edilerek, hazır bekler. Doğum odasının en süslü eşyası, dünyaya gelecek olan sultanın yatacağı beşiktir. Beşiğin üzerinde çok değerli taşlarla süslü yorgan ve sim işlemeli örtü bulunur. Beşiğin başucuna, yine değerli taşlarla süslü Kur’an kesesi içinde, Kur’an-ı Kerîm ile pırlanta elmaslı “Maşallah” asılır. Haremde, Osmanlı Sarayı’ndan olan çocuğun büyük değeri vardır. Doğumdan sonra çocuğun annesinin rütbesi artar ve çeşitli ihsanlara boğulur.

İşte Âdile Sultan da, bu alışılagelmiş hazırlıklardan sonra, 23 Mayıs 1826’da serin bir bahar gecesi, Topkapı Sarayı hareminde, Sultan II. Mahmud Han ile Zernigâr Kadın’ın kızı olarak dünyaya gözlerini açar. Bu doğum, âdet olduğu üzere üçer gün üçer nöbet top atışı ile bütün Osmanlı coğrafyasına duyurulur. Ziyarete gelenlere billûr kaplarda şerbetler ikram edilir.
Ancak Âdile Sultan dört yaşında iken annesini kaybettiğinde, babası onu baş kadını Nevfidan Kadın’ın terbiyesine emanet eder. Sultan, Nevfidan Kadın’ın kendisini özenle himayesini şiirinde:
“Sonra oldu Nevfidan Kadın bana / Kendi evlâdı gibi sadık ana / Kimseye çeşmim yaşın sildirmedi / Validem olmadığın bildirmedi.” diyerek anlatır.
Saraylarda, küçük sultan efendiler Kur’an, tarih, şiir ve gazete okurlar. Kendilerini eğitmek için yetiştirilmiş kalfalardan doğru yazma ve güzel konuşmayı öğrenirler, iyi tahsil görmüş kalfalardan musiki meşk ederler. Hemen hepsi güzel piyano, kemençe ve lavta çalar. İyi bir piyanist ve haremdeki orkestranın birinci kemancısı ve aynı zamanda bestekâr olan Dürrünigâr Kalfa piyano hocalarıdır. Enstrümanlardan anlaşılacağı gibi Batı müziğini de öğrenirler ve zamanlarını dairelerinde toplanıp musiki ile geçirirler. Hatta güzel besteler yaparlar. Âdile Sultan da bu bestekârlardan biridir.

Haremde bulunan kız çocuklarının en büyük eğlencesi evcilik oyunudur, hayatın provasını yaptıkları oyunlar… Haremde bir oda düşleyin; burada yetiştirilmek üzere haremde bulunan, çoğu Kafkas asıllı kız çocuklarıyla, birkaç yaş daha büyük sultanlar bir arada… Kimi annesiyle birlikte saraya alınmış, mini mini Kafkas kızlarının saçlarını tarayıp örmekte; kimi kendi elleriyle biçip diktikleri elbiseleri bu kızlara giydirerek onların gönlünü hoş etmekte… Onları temizliğe, terbiyeye, nezakete, zarafete alıştırmaktalar. Kendileri çocuk denecek yaşta olduğu halde, o mini minicik kızlara validelik ederek hayatı, mekânı, zamanı, bilgi, görgü ve duyguları paylaşmayı öğrenir ve öğretirler. Bu minik arkadaşlar, sonra evlenip kendi saraylarına giderken, yanlarında götürecekleri en iyi yardımcıları, dost ve sırdaşları olur.
Sultanlar yemeklerini, odalardan birinde; yere yayılan sırmalı pullu yuvarlak örtü üzerine, altı ayaklı gümüş iskemle ve üstüne yuvarlak gümüş tepsi konularak hazırlanmış sofrada yerler. Sabahları bal, kaymak, reçel, peynir, soğuk kavurma ve yumurta ile kahvaltı edilir. Öğle ve akşam yemek, gece de meyve yenilir. Yemekten önce ve sonra eller, ibriktarın hazır bulundurduğu leğen ve ibrikle yıkanır, sırma işlemeli havlulara kurulanır.
Kandillerde, Ramazan ayında oruç tutarlar, Kur’an okurlar ve hâfızlardan Kur’an dinlerler. Sarayda hiç bir zaman ibadette kusur edilmez. Çocukken namaza başlarlar ve vaktinde edâ ederler.
Osmanlı Devleti’ni birçok yeniliklerle tanıştıran Sultan II. Mahmud, çocuklarının eğitimine ayrı bir önem verirdi. Diğer çocukları gibi Âdile Sultan da, özel hocalardan din, edebiyat, musiki, Arapça, Farsça ve hat dersleri alarak yetişir. Ahlâkı ve iç güzelliği, zarafeti ve dış güzelliğiyle tam bir ahenk içinde olan Âdile Sultan, dikkati ve çalışkanlığı sayesinde hattat, şair, bestekâr olarak karşımıza çıkar…
Ferda Olbak MAZAK