Çocukluğumuzda bize anlatılan bir hikâye vardı. Dünyanın en mutlu insanını merak edip onunla tanışmak isteyen bir kralın hikâyesi. Kral muhafızlarına emreder: Bana dünyanın en mutlu insanını bulup, onun gömleğini getirin! Muhafızlar dört bir yöne dağılıp en mutlu insanı aramaya koyulurlar. Lakin işleri gerçekten zordur. Tam mutlu bir insana rastladıklarını düşünürler fakat biraz dinlemeye başlayınca hemen uzaklaşırlar. Herkesin kendine göre küçük, büyük ama mutlaka bir derdi vardır. Ümitsizliğe kapıldıkları bir sırada dağ kenarında huzurlu bir şekilde her şeyden habersiz koyunlarını otlatıp, kavalını çalan bir çoban görürler. Oh derler, çok şükür mutlu bir insana rastladık. Gerçektende biraz konuştuklarında onun her şeyden memnun, huzurlu bir şekilde hayatını sürdürdüğünü fark ederler. Görevlerini yerine getirmenin heyecanı ile krala vermek için çobandan gömleğini isterler… Ama bir bakarlar ki bu çobanın da gömleği yok.
Üzüntü-kaygı ve depresyon günümüz insanının belki de en fazla karşılaştığı, şikayet ettiği olumsuz duyguların başında yer alıyor. Etrafımızda nerdeyse antidepresan kullanmayan arkadaşımız yok. Bizler büyüklerimizin yanında başımız ağrıyor bile diyemezken, bugün çocuklarımız depresyonda olduklarını ve üzerlerine gitmememiz gerektiğini ifade ediyor. Bir virüs gibi yayılan olumsuz duygular hayatımızı ve yaşam kalitemizi sürekli aşağıya doğru çekiyor.
Korku-öfke-üzüntü ve mutluluk psikologlar tarafından kabul edilen 4 temel duygumuzdur. Üç olumsuz duyguya karşılık bir olumlu duygu. Üstelik mutluluk; korku, öfke ve üzüntü gibi çok kolay elde edilebilen bir duygu olsaydı, belki de olumsuz duygulardan kurtulmak için bu kadar arayış içerisine de girmeye gerek kalmazdı. Ama mutlu olabilmek ciddi bir çaba gerektirirken üzülmemize, öfkelenmemize ya da korkmamıza küçük bir hareket, bazen bir söz, bazen bir bakış bile yeterli olabiliyor.
İster olumlu ister olumsuz olsun aslında Yaratıcımızın fıtratımıza yerleştirdiği her duygunun bir işlevi vardır. Hiçbir şeyden korkmayan bir çocuk düşünelim. Hem ebeveyni hem de kendisi için ne kadar da zor olur hayat. Hiçbir şeye üzülmeyen hiçbir şeyi dert etmeyen bir insan nasıl ilerleyebilir, hayatına nasıl yön verebilir? Ya da hiç öfkelenmeyen, canına, malına, ırzına, dinine zarar verildiğinde gülüp geçen kişi nasıl hayatta kalabilir ki?
Başarılı insan olumlu ya da olumsuz tüm duygularını fark edip, bunlara Yaratıcının istediği doğrultuda yön verebilen insandır. Hüznü içinde boğulmayan, korku ve öfkesine yenik düşmeyen, hayatında değiştirebileceği noktaları fark edip çaba harcayan, ama değiştiremeyeceklerini de kabullenen insan.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan Asr suresi aslında tam da çağımızın hüzün hastalığına yazılan bir reçete gibi çıkar karşımıza. İnsanların hüsranda olduğu, her hüsranın bir ziyan olduğu gerçeği yeminle dile getirilir. Ama kurtuluş için ilk yol imandır. Allah’a iman eden, yaşadığı hüznün içindeki hikmeti gören kişidir. Kömürün içinde elmasın yer alması gibi olumsuzlukların içinde hayrı keşfedebilmektir. Bu iman “amel-i Salih” ile desteklendiğinde olumsuz duyguların panzehiri de çıkıverir karşımıza. Surenin devamında yer alan hakkı ve sabrı tavsiye, birlikte yaşamanın getirdiği ahlaki davranışları içine alan geniş kapsamlı bir görevdir. Günümüzde psikologların “eğer hayatınızda gerçekten size doğruyu söyleyecek, işlevsel sabrı tavsiye edecek güvenilir iki–üç arkadaşınız varsa bize gelmeye gerek kalmaz” dedikleri hayatımıza zenginlik katan bilge dostlar…
Şairimiz Mehmet Akif Ersoy Safahatında ne kadar güzel dile getirmiş:
Halikın na-mütenahi adı var HAK
Ne büyük şey kul için Hakkı tutup kaldırmak
Hani ashab-ı Kiram ayrılalım derlerken
Mutlaka sure-i ve’l Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknun o büyük surede esrarı felah
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salah
Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık…
Ayşenur Özkan