Osmanlı tarihine bakıldığında belli dönemlerde, farklı akımların yoğun ve kesif renkleri kendisini baskın bir şekilde gösterir. Ancak Osmanlıyı Osmanlı yapan estetik ve sadelik barındıran ana hatlara baktığımızda, bu medeniyetin muhteşem rengi çok güzel bir şekilde ortaya çıkar.
Gerek devletin her kademesinde gerekse sivil ve askerî alanlarda adeta toplumun her noktasına ve her insanına ulaşabilen, müthiş bir yapıya sahiptir, Osmanlı. Nasıl ki; insan vücudunun herhangi bir yerinden alınan bir doku örneğiyle, o kişinin bütün DNA yapısı ortaya çıkıyorsa; Osmanlı Medeniyetinin hâkim olduğu coğrafyada da bu nevi özellikleri fark ederiz. Kastamonu’da bir dağ tekkesinde, Manisa’da bir köy çeşmesinde, Diyarbakır’da bir kervansarayda, Erzurum’da bir medresede hep aynı ruhun farklı farklı kalıplarını görürüz.
Osmanlı Libası Nedir?
Mimarî ve şehir planlaması, vakıf teşkilatları, müziği, kılık kıyafeti velhâsılı içinde insan ve mânânın bulunduğu her alan; bu medeniyetin homojen yapısını, zâhiri farklılıklara rağmen çok güzel yansıtır. O kadar ki, bunlardan herhangi birisinde derinleşmek, örfün; o ince ruhunu anlamak diğer bütün sahalardaki estetik ve güzelliği de anlamayı beraberinde getirir. Kerkük hoyratını ruhunda hisseden kimse; bir Kosova düğünündeki türküleri de anlayabilir.
Osmanlı medeniyetinin giyim kuşam sahasında da çok güzel ve muhteşem bir noktaya geldiğini söyleyebiliriz. Tabii bu oluşumda en önemli etkenlerden birisi de, kılık kıyafetin belli bir fikir etrafında yani; anlayışla günlük hayata yansıtılmasından kaynaklanır. Osmanlı zamanında bir kasabada yâhut şehirde, insanlar birbirlerini gördüklerinde kıyafetlerinden tanır, sosyal konumlarını anlayabilirlerdi.
Çünkü insanlar giysilerini, etraflarındakilere göre veya sadece hoşlarına gittiği için değil, bir düşünceye bir tefekküre binâen ve o bilinçle seçerdi. Bu kıyafet seçme şuuru, sivil hayatta çok yaygındı. Çağımızda resmî memuriyetin getirdiği mecburiyetten dolayı, üniforma gibi kıyafetlerin yanında, belli görevlerden kaynaklanan sivil müesseselerin de, kendine özgü giyim şekilleri vardır. Asker, polis, hekim, hostes ayrıca belli bir kuruluşa mensup işçi ve memurların kıyafetleri gibi…
Hatta bu nevi kıyafetlerin selâhiyeti olmaksızın giyilmesi, bazen kanunî cezaları gerektirmektedir. Bunun çok daha kapsamlı ve örgün bir şekil aldığı Osmanlı Medeniyeti’nde, kanunî yükümlülüğün yanı sıra halkın kendisi de bizzat bu giyim kuşamın dikkatli takipçileri olurdu.
Daha somut örneklerden verirsek, herhâlde daha açıklayıcı olacaktır. Toplum içerisindeki konumlarını, hangi aşirete, hangi aileye mensup olduklarını, hangi inanca veya mezhebe inandıklarını, çiftçi midir, memur mudur, sarayda mı çalışır, paşanın yâveri midir, âlim midir, hoca mıdır yoksa şeyh mi, derviş mi veya hepsini kendisinde cem etmiş, çok daha farklı bir konumda mıdır, bunların hepsi kişinin kıyafetinden giyim kuşamından anlaşılırdı.
İlk etapta bu sanki toplumu sınıflandırmak, kategorize etmek gibi anlaşılabilir. Fakat bu böyle olmamıştır, daha doğrusu bu tasnif ve farklılıklar toplumu ayrıştırmamış bilakis birbirlerini tanımak, buluşmak ve birleştirmek için vesile olmuştur.
Şunu da ilave ederek, konuyu biraz daha farklı bir şekilde işleyelim. Osmanlı’da kadıların (hâkimlerin) faaliyet alanlarından birisi de insanların kıyafetleriyle temsil ettikleri durumlarını kontrol etmekti. Mesela bir kimse âlim sarığı sarmış ise kadının memurları yâhut bizzat kendisi, hakikaten bu zâtın âlim olup olmadığını, nereye mensup ve kimden icâzesi olduğunu tefriş ederlerdi. İster esnaf sınıfından olsun ister medreseden tekkeden veyâhut herhangi bir aşiretten olsun, herkesin kendine mahsus bir kıyafeti olduğu için, görevli memurlar bu durumu araştırıp, tespit ederlerdi.
Fatih ÇITLAK