Dizi Maratonu Başlasın!

Merve A. Tokyay

2017 yazını artık yarıladık. Tam da bugünlerde dışarısı 40 dereceyken yapılacak en iyi şeylerden birisi dizi izlemek bence. Prime time’ı bekleyip bölüm bölüm yaz dizisi izlemekten değil maraton yapıp dizilerden bir hayat oluşturup, bir süre onlarla yaşamaktan bahsediyorum. İşte favorilerim…

FRİENDS

1994 yılında yayına başlayan ve çekimleri 10 yıl süren ikonik dizi sizi esir almaya aday. New York Manhattan’da yaşayan 6 arkadaşın birlikte evrilen yaşamlarını konu alan dizi politik olarak “aşırı beyaz” olmakla suçlansa da doğallığı ve samimiyetiyle bu açığı kapatabiliyor. Dizinin en güzel tarafı kendinizi o grubun 7. üyesi gibi hissettirmesi. Gündelik sıkıntılarınızı ve politik çatışmaları geride bırakmak ve “beyaz” dertleri olan bir grup arkadaşla takılmak istiyorsanız Friends mükemmel bir dizi.

HOUSE OF CARDS

2013’ün şubatında yayınlanmaya başladığında Kevin Spacey’in içinde olduğu bir projenin bizi ekranlara kilitleyeceğine emindik. Netflix’in maddi olarak en büyük projelerinden birisi olan House of Cards’ın, Beyaz Saray’ın görmeyi hep istediğimiz kirli yüzünü bize ne kadar açabileceğinden ise emin değildik. Dizi kişilerin yolsuzluğundan öte devasa bir demokrasi eleştirisi yapabildiği için yeni sezonu nefeslerimizi tutmuş bir şekilde bekliyoruz. Bu arada yazın izlemeniz için 5 sezon var Netflix’te.

THE SOPRANOS

HBO yapımı en kült dizi hangisi derseniz aklıma ilk olarak Sopranos gelir. 1999 yılında yayınlanan ilk sezonuyla neredeyse bütün Grammy’leri toplayarak yıllarca sürecek başarısını duyurmuştu aslında. Dizinin konusu malum, bir mafya ailesinin mafya babası Tony Soprano etrafında yaşadıkları. Ama dizinin özeti şudur; maço bir mafya babasının panik atak ve anksiyete krizleri ile başlayan terapi süreci. Tony Soprano dizi boyunca kendisiyle, çocukluğuyla ve kişiliği ile yüzleşirken yan karakterlerin de karmaşıklaşan yolculuklarına şahit oluyoruz. Bu çok katmanlı dizilere bayılıyorum, her bir karakter neredeyse ayrı biz dizi olabilecek kadar komplike, en azından bir spin-off. 13’er bölümden oluşan 6 sezon o kadar sürükleyici ki yaz sıcağını hissetmeyeceksiniz.

BLACK MİRROR

Bir dizi bittiğinde ve ekran karardığında zihnimde oluşan devam senaryolarına bayılıyorum. Eğer geleceğin bugünden kat kat karanlık olacağını düşünüyorsanız ve distopyalara bayılıyorsanız Black Mirror size göre bir yapım. Bir techno-paranoya olarak Black Mirror yaşadığımız teknoloji çağının bizi götürebileceği neredeyse bütün negatif evrenleri tasvir ediyor. Etki süresini saymazsak dizi oldukça kısa, her sezon 3-4 bölümden oluşuyor ve şimdilik 3 sezon yayınlandı. Yalnız uyaralım, sahilde Instagram için ayak fotoğrafı çekerken ya da özel bir anı kaçırıp keşke gözümde bir kamera olsaydı diye hayıflanırken buruk bir endişe hissedeceksiniz.

MAD MAN

Gönlüm isterdi ki Mad Men’i hiç izlememiş olayım, ya da izleyeyim ve izler izlemez unutayım ve tekrar tekrar seyredeyim. Sanıyorum bugüne kadar benim en favori dizim bu oldu. Dizi diyerek haksızlık ettiğimi bile düşünüyorum bazen. Mad Men de ne diyenler, bu size ilk tavsiyemdir. Emretmek bile isterdim ama ne çare… Şaka bir yana 1950’lerde başlayan, reklam camiasının içi, dışı, pisliği, güzelliği, yalanı ve gerçeği… Ve tabi Don Draper adında bir karizma. Vintage sevenlerin bayılacağına eminim sadece set ve kostümler için bile izlenir.

DOWNTOWN ABBEY

Downtown Abbey aslında biraz kış dizisidir. Kahvenizi alıp, battaniyenin içine sokulursunuz. Ama yaz için de neden olmasın; dönem kıyafetleri, gösterişli masalar, 100 yıl öncesinin İngiltere’si, aşk ve savaş. Dizi bir malikanede geçiyor, tipik İngiliz aksanını duymayı sevenler izlesin derim. 6 sezon çekilen dizi hikayenin hakkını geçekten veriyor.

HOW I MET YOUR MOTHER

Acaba çağımızın romansı arkadaşlık üzerine mi kurulu? How I Met Your Mother, New York’ta yaşayan 5 arkadaş etrafında örülmüş romantik, duygusal ve aşırı eğlenceli bir dizi. Her ne kadar dizinin ana teması Ted’in aşkı bulması olsa da bence 20’li yaşlarda arkadaşların bize ne ifade ettiğini çok güzel anlatıyor.

STRANGER THİNGS

Winona Ryder’a bayılıyorum. Oynadığı her rolü eline eldiven gibi giyen bir kadın, nasıl göründüğünü hiç umursamadan bize neyi gösterdiğinin derdinde. Netflix’in muhteşem dizisi Stranger Things’de oğlunu başka bir boyutta kaybeden bir anneyi canlandırıyor. Hikayeyi boş versek sadece onun için bile izlenir. Ama öte yandan eğer sicim teorisi size heyecan veriyorsa, farklı sebeplerin bambaşka şimdilere yol atığı evrenler yaratılmış olması fikri zihninizi kurcalıyorsa ve korku seviyorsanız Stranger Things’i seveceksiniz. Ben dizinin Amerikan olmasını da sevdim, bahçeli evlerin arasında güvenli mahallelerde dünyayı değiştirmeye aday çocuklar etrafında geçiyor dizi. Yaz akşamları bahçede yanınızda bir arkadaşınızla izleyiniz, pişman olmayacaksınız.

TWİN PEAKS

Hani Nuri Bilge Ceylan’dan aşina olduğumuz kasaba mefhumu vardır ya, onun Amerikan arketiplerinden birisi Stranger Things olabilir. David Lynch’in televizyon dizilerine yeni bir soluk getiren dizisi. Laura Palmer’in öldürülüşüyle kasabaya gönderilen FBI ajanı Dale Cooper sessiz, sakin, şirin kasabanın örtülerini bir bir açtığında çıkan şey hepimizin bildiği toplum örgüsü aslında. Dizinin en sevdiğim yanı tam bir Lynch yapımı olması, dehşet verici haberleri saat tik taklarını duyarken alıyorsunuz ve gerçekten her şey rahatsız edici hale gelebiliyor.

 

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın