Bir Diziye Tutulmak

Mükemmel bir hayat mükemmel bir yalandır mottosuyla 7 bölümlük bir dizi yayınlandı bu yıl: Big Little Lies. Büyük, küçük yalanlar…

yabancı dizi

Nicole Kidman, Reese Witherspoon, Shailene Woodley, Alexander Skarsgard, Laura Dern gibi oyuncuların başrollerde yer aldığı dizinin yönetmeni Jean-Marc Vallee. Kendisini daha önce bayılarak izlediğim Dallas Buyers Club ve Wild gibi iki harika filmin de yönetmeni ayrıca.

Liane Moriarty’nin aynı isimli çok satan romanından uyarlanan dizide, ilkokula giden çocuklar ve ailelerinin bir cinayet etrafında kesişen hikayeleri anlatıyor. Ama cinayet bir sebep mi sonuç mu buna izledikten sonra karar vermek daha doğru belki de. Bundan önce böyle bir diziyi hiç izlemedim. Ve Big little Lies’ı benim için ikonik yapan birkaç şey var. Sırayla birkaç şey söylemek istiyorum.

Zengin ‘beyaz’ kadınların başrolde olduğu bir diziyi izlemekten çekinebilirdim ya da sıkıcı bulabilirdim ama asla öyle bir şey olmadı. Çünkü bu kadınlar sadece benim için değil televizyon tarihi için de yaratılmış en gerçek karakterlerden olacak. Dizilerde çok kadın gördük, kimi zaman başrollerde kimi zaman başrolmüş gibi duran ama meselenin hep bir erkek olduğu dizilerde. Ama bu kez kadınlar gerçekten kendi hayatlarından bahsediyorlar.

İkinci mesele tabi ki oyunculuk. Oyunculuklar o kadar gerçek ki karakterlerin sizinle konuştuğuna inanabilirsiniz. Sürekli birbirleriyle sohbet halinde olan bu kadınlar sadece konuşurken değil birbirlerini dinlerken de müthişler. Dizide oyunculuk olarak sırıtan hiç kimse yok. Buna çocuklar da dahil! Bu çocuklar da en az anne ve babaları kadar gerçekler. Bu yıl kesinlikle içlerinden biri ödül almalı.

Dizinin sırrı biraz da burada belki. Kadınlar kadın, erkekler erkek ve çocuklar da çocuk gibi. Eksik ya da fazlası yok. Yakıştırılan bir şey yok. Her şey bizim gibi.

Ve hayatımızın her zerresine işleyen erkek şiddeti. Psikolojik ya da fiziki… Nicole Kidman’ın canlandırdığı Celeste karakterinin kocasından sürekli ağır şiddet görmesi şüphesiz en aşikarı. Ama dizide bulunan tüm erkek karakterlerin bir şekilde şiddetle ilişkili olması kasıtlı olabilir ama imkan dışı değil. Üvey babanın üvey kızına attığı bakışta, karısını korumak için başka kadını tehdit eden zengin adamda, tartıştığı bir kadını susturmak için kolundan sürükleyen başka bir adamda ve tecavüzde… Dizide şiddete bulaşmayan ve nazik tek bir erkek karakter var. Dizi kadınları ise onu eşcinsel zannediyor. Şiddet ne kadar erkeksi ve alışıldık. Küçük ya da büyük, günlük hayatımızda bir bakış, bir söz, bir korna hepsi şiddetin farklı türevleri, bunu biz kadınlar hepimiz yaşıyoruz. Üstelik bunu abartmadan, tüm çıplaklığıyla herhangi bir dizide görebilmek ve o üst sınıfa mensup kadınların şiddete karşı göğüs göğüse savaşlarını izlemek insana iyi geliyor. Çünkü başarabiliriz. Ses verebiliriz.

Diziyi benim gözümde ikonikleştiren şeylerin biri de yönetmenlik kısmı. Daha önce Wild’ı izlediğimde de benzer etkilenmeler yaşamıştım. Orada da şiddet ve travmatik bir geçmişe sahip bir kadının hikayesi anlatıyor. Wild’ı da Big Little Lies’ın uzak bir akrabası olarak konumlandırıyorum. Bu kadar ağır travmaları, şiddeti, kavgayı böyle yumuşak bir harmoni içinde gösterebilmek bir dizi için muhteşem. Dizinin o gizemli ve tedirgin atmosferine katkı sağlayan bir detay da sahnelere sıkça dahil edilen koyu lacivert okyanus dalgaları. İzleyiciyi bir anda durduran, gerçekten durup baktığında seni içine alan dalgalar… Okyanusa bakmak sadece karakterlere değil bize de iyi geliyor.

Bu arada başrollere eklenmesi şart bir şey daha var ki o da müzik. Dizinin jenerik müziği ya da tema müzikleri değil, şarkıları sahneyi yükseltecek ve destekleyecek şekilde kullanmak oyunculukları da olayları da çok daha sahici yapıyor. Çünkü şarkılar Janis Joplin, Fleetwood Mac ve Alabama Shakes gibi isimlerden bildiğimiz şarkılar. İnsan sevdiği şarkılarla tarihine not düşüyor. Şimdi dizide dinlediğim birçok şarkı bendeki anlamlarını katlamış durumdalar.

Kendi hayatımda arkadaşlıklara çok önem veririm. Yaşatılması için gayret de sarf ederim. Diziyi bu kadar sevmemde tüm teknik detayların ötesinde kadınların birbirleriyle kurdukları arkadaşlık ilişkileri de var sanırım. Dizi boyunca 5 arkadaş eş olmak, kadın olmak, sevgili olmak, çalışan olmakla ilgili zorluklarını konuşuyorlar, çözmeye çalışıyorlar. Bu bana güç veriyor. Üstelik şiddete karşı onları suç ortaklığına kadar götürecek bir yan yanalık ve birlik umut verici. Çünkü biliyorum ki kadınların sahici arkadaşlıklar kurabilmeleri onları hayata karşı çok daha güçlü kılıyor. Kadınların da buna ihtiyacı var.

Henüz Yorum Yok

Bir Cevap bırakın