Nice işkence zulüm kâr etmemişti. Müslümanlar önce Habeşistan’a şimdi de kafileler halinde Medine’ye göç etmeye başlamışlardı. Oralarda çoğalmak, müşriklerin başına dert açabilirlerdi. Peki, bu suikast nasıl gerçekleşecekti? Her kabileden bir genç seçip bir gece Hz.Muhammed’in kapısının önünde pusuya yatırmayı, o dışarıya çıktığında da aynı anda silahlarını kullanıp, bu cinayeti bütün bir Mekke’ye mal etmeyi düşündüler.
Tarihler miladi 622 tarihini gösteriyordu. O gece suikastçılar, Hz.Muhammed’in Merve Tepesi önündeki evinin kapısında toplandılar. Onun dışarıya çıkmasını bekleyeme başladılar. O ev ki Peygamber Efendimiz’in Hz.Hatice ile izdivacı sonrasında birlikte yaşadıkları evdi. Çocukları o evde dünyaya gelmişti. Üç odalı mütevazi bir yapıdan ibaretti. İçeriye girildiği zaman soldaki oda, Hz.Fatıma’nın dünyaya geldiği oda olup halk arasında bir hayli meşhurdu. Sağdaki odaya sonraki yüzyıllarda Müslümanlar ‘Vahiy Kubbesi’ demeye başlamışlardı. Çünkü bu oda Hz.Muhammed’in gecelerini ibadetle geçirdiği mekan olup Cebrail As. kendisine defalarca bu mekanda vahiy getirmişti. Şimdi bu kutlu evde Peygamber Efendimiz yatağına yeğeni Hz.Ali’yi yatırıyor ve Hz.Ali de hiç itirazsız büyük bir teslimiyet içinde o yatağa uzanıyordu. Kapıyı açtı dışarıya çıktı ama Allah’ın izni ile kapıdaki suikastçıların hiçbirisi kendisini göremedi. Selamet içinde evinden Ebu Kubeys Tepesi’ne doğru ilerledi.
Peygamberimizin hedefi Hz.Ebubekir’in evine gitmekti. Arkadaşı ve gönül yoldaşı Hz.Ebubekir ile buluşacak ve tarihin en önemli yolculuklarından biri olan Mekke – Medine arasında cereyan eden ‘Hicret’ hadisesi böylece başlayacaktı. Gecenin karanlığında Kâbe’ye bakan Ebu Kubeys, sanki O’nu gölgeler ve gözlerden saklar gibiydi. Ebu Kubeys ki nelere şahit olmuştu nelere… Binlerce yıl önce Hz.Adem’in buraya ilk Kâbe’yi inşa edişinden, ‘Nuh Tufanı’nda o güzelim Kâbe’nin yıkılışına, sonra bu bölgenin ıssızlaşmasına, gelip geçen kervanların bile uğramayıp Kâbe’nin temellerinin çöl kumları altında yüzyıllarca unutuluşuna hep şahitlik etmişti. Ardından Hz.İbrahim’in hanımını kucağındaki bebeği ile bu toprakları getirip bırakışı, Hz.Hatice’nin susuz bebeğinin çığlıkları arasında Safa ve Merve Tepeleri arasında koşturması, sonrasında Zemzem’in fışkırması; önce Cürhüm ardından Amâlikaların buraya gelip suyu görünce buraya yerleşmeleri… Sonra bir ara zemzem yine kaybolacak ve bu kez Hz.Muhammed’in büyük dedesi Muttalip tarafından yeniden bulunacaktı.

Mekke, önce köy sonra kasaba derken büyük panayırların düzenlendiği devasa bir şehre dönüşecekti Ebu Kubeys’in önünde. Bir de Ebu Kubeys Tepesi’nin unutamadığı üç önemli olay vardı tarihten bugüne. İlki Hz.İbrahim’in Kâbe’yi oğlu Hz.İsmail ile ikinci inşaatlarında yaşanmıştı. Hz.İbrahim, duvarlar insan beli seviyesine geldiğinde oğluna; tavaf sırasında tam bir dönüşü, tavafın başlangıç noktasını belirlemek için bir işaret taşı koyalım Kâbe’nin köşesine dedi. Bu vazifeyi görecek özellikli bir taş aramak için birbirlerinden ayrıldılar. Derken Hz.İbrahim’in gözüne bir ışık yansıdı Ebu Kubeys’in üzerinden. Cennetten gelen ve o günlerde pırıl pırıl, bembeyaz olan Hacer’ül-Esved güneşin de etkisi ile parlamaktaydı. Hz.İbrahim Ebu Kubeys’e tırmandı ve taşı oradan alarak Kâbe’ye yerleştirdi. İkinci unutamadığı şey ise Hz.Muhammed’in bir gün Ebu Kubeys’e çıkıp bütün bir Kureyş’i buraya çağırma hadisesi idi. Herkes koşup gelmişti. Çünkü onları buraya çağıran zat öyle boş bir kişi değildi. Hayatında ağzından değil yalanını, bir abartılı söz bile duymamışlardı. Çağırıyorsa muhakkak önemli bir konu vardı. Herkes Ebu Kubeys’in eteklerinde toplandı. Hz.Peygamber onlara hitaben:
– “Size bu tepenin arkasında bir düşman ordusu var desem, bana inanır mısınız ?” dedi.
– “Elbette inanırız! Çünkü sen el-eminsin yalan söylemezsin.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onlara açıktan İslamiyet’i anlattı.
Ebu Kubeys’in üzerinde meydana gelen üçüncü önemli hadise ise asırların durup kulak kesileceği kadar önemli bir olaydı. Hz.Muhammed’in en büyük mucizelerinden birisi… Meşhur Şakk-ı Kamer hadisesi, onun üzerinde meydana gelmişti. Peygamber Efendimiz bir gün Ebu Kubeys’in üzerindeyken mübarek parmakları ile gökyüzündeki aya işaret buyurmuş ve ay iki parça haline gelip sonra da tekrar birleşmişti. Sahabe, sonradan bu büyük hadisenin meydana geldiği kutlu mekan unutulmasın diye buraya bir namazgâh duvarı çekmiş ve burayı bir ibadet yeri haline getirmişlerdi. Osmanlı’dan günümüze kalmış Mescid’i Haram gravürlerinde, Ebu Kubeys ve üzerindeki bu namazgâh hâlâ görülmektedir.
Ebu Kubeys’in önünden geçen Hz.Muhammed, şimdi de Hılful Füdul Bahçesinin önünden geçiyordu. Cahiliyenin ayyuka çıktığı günlerde, Mekke büyüklerinden insaflı birkaç kişinin kurdukları bir dernekti bu. Mazlumların hakkını arama derneği… Ve bu yaşlı adamlar aralarına gencecik bir delikanlıyı da katmışlardı. Bu kişi Hz.Muhammed’den başkası değildi. Şu an önünden geçmekte olduğu bu bahçede toplanırlardı. Zenginlik ve debdebe ile azıtmış; haklının güçlü değil, güçlünün haklı olduğuna inanan zalimlere karşı tedbirler düşünürlerdi. Peygamber Efendimiz Hicret sonrası Medine döneminde, Mekke dönemine ait cahiliye unsurlarını konuşmaz ve konuşturmazken; Hılful Füdul’dan özellikle bahsederdi.
Hicret’in şanlı yolcusu artık Sıddık-ı Ekber’in evinin önüne gelmişti. Sadık arkadaşı Hz.Ebubekir ile buluştular ve Medine’ye doğru değil, tam ters istikamete doğru gecenin karanlığında yürümeye başladılar. Çünkü ters istikametteki şanlı Sevr Dağı onları beklemekteydi. Önce ters tarafa doğru yolculuk yapacak, dağdaki mağarada üç gece kalacak ve arka yollardan Kızıldeniz istikametinde ilerleyerek 15 gün içinde bu zorlu yolculuğu tamamlayıp Medine’ye varacaklardı.
Bugün bilerek ve araştırarak kutsal topraklara gittiğimizde oradaki her bir obje, tepe ya da taş bize çok şey anlatacaktır. Sadece Kâbe etrafındaki Hicret şahitleri bile bakın kulak verdiğimizde bize neler neler anlatmakta ve bu şahitler bugün ne durumda?
Hz.Peygamber’in Hicret yolculuğuna başladığı bu mübarek ev, bugün kumlara gömülmüş ve üzerinden mermer bir zemin geçirilmiş halde, Merve Kapısı önünde toprak altında durmaktadır. Ebu Kubeys Tepesi’nin üzerine 1970’li yıllarda kraliyete ait devlet konukevi binaları yapılmıştır. Ayrıca 90’larda tepenin açıkta kalan son kısımları da mermer ile kaplanmış olup artık Ebu Kubeys’in hiçbir yanı görülememektedir. İki hicret arkadaşının buluştuğu ve Sevr’e doğru birlikte yola çıktıkları Hz.Ebubekir’in evi de 1960’lara kadar Mescid-i Ebubekir adı ile yaşamış iken, bu tarihten sonra inşa edilen bir otele feda edilmiş; ancak otelin üçüncü katı mescit haline getirilerek buraya Hz.Ebubekir’in adı verilmiştir.