TASARIM BİR DÜNYADIR
Moda haftaları ciddi bir ekonomisi olan her anlamda yaşamımızı etkileyen güçte bir mabed gibidir. Sadece tasarımcılar ve defilelerden oluştuğunu düşünmek haksızlık olur. Bu haftalarda sadece moda konuşulmaz yada bir sonra ki sezonun trendleri belirlenmez; şehrin nabzı değişir, katılanların vizyonu renklenir. Akımlar, beklentiler, farklı bakış açıları yeniden tanımlanırken, çok ciddi bir mesleki platformda size sunulur. “Dünya nereye gidiyor” un hissedildiği yaşayan sanat ortamı olmakla birlikte, yarattığı iş hacmi ile de ciddi bir ekonomik platformdur bu haftalar. Örneğin, New York Moda Haftası’nın şehre senede katkısı 466 milyon dolar. İlk New York Moda Haftası, 70 yıl önce (o zamanlarki adıyla Basın Haftası) dünyada modayla ilgili düzenlenen ilk etkinlikti. Etkinlik, İkinci Dünya Savaşı sırasında Paris’e seyahat edemediği için defileleri seyredemeyen moda dünyasının sakinlerini düşünülerek hazırlanmıştı. Şimdi Londra, Paris, Milano ve hatta Madrid gibi “moda başketlerinde” yılda 2 kez kadın modasına, 2 kez de erkek modasına yönelik ayrı ayrı etkinlikler düzenleniyor.
Geçtiğimiz hafta Londra’daydım. Çok fazla tasarımcının defilesine katıldım ancak Türk tasarımcıların defileleri beni benden aldı… Sadece vatansever bir gurur değil bu. Sektöre yön verecek kadar etkin, başarılı ve yaratıcı olduklarını hissetmek, görmek; bu mesleğin bir temsilcisi olarak ayaklarımı yerden kesti.
2 genç tasarımcının, Neslişah Yılmaz ve Nur Çağlayan, Barrus (Latincede binlerce yıldır Anadolu, Orta Doğu ve Uzak Doğu’da bolluk, sadakat, bereket ve kısmeti simgeleyen “fil”demek ) adı ile Nişantaşı’nın renkleriyle ruh bulan kolleksiyonları, Londra’nın puslu havasını dağıtırcasına çok etkileyici bir mekanda otoritelere sunuldu. Uçuşan renkler, kadınsı çizgiler ve Anadolu’nun zenginliklerini yansıttıkları kolleksiyonda şıklık yeniden tanımlanıyor gibiydi.
Ve Bora Aksu… Birçok projemde birlikte yol aldığım büyüsüne inandığım bir tasarımcıdır Bora. Sanırım 15 yılı buldu geçmişimiz. Romantizme kattığı yücelik, 17. yüzyıl saraylarından fırlamışcasına narin ama bu yüzyila yön verecek kadar güçlü duran koleksiyonu; her defilesinde kullandığı Türk müziği tınıları kalabalık izleyicide hep aynı mistik duyguyu oluşturuyor. İngiltere modasına yaptığı katkılardan dolayı teşekkür etmek için Kraliçe’nin iki kez sarayda ağırladığı bir tasarımcı o ve ayrıca annesinin Kraliçe Elizabeth için dantel örmüşlüğü de var. Bu yıl ki koleksiyonunda da ilhamı yine İzmir’e dayanan köklerinden, ailesinden ve hatıralarından aldığını vurgulmayı ihmal etmedi. Defileden çıktığımda yağmur çiseliyordu içimdeki muhteşem duyguyu biraz daha yaşatabilmek için olsa gerek ayaklarım beni Londra Tasarım Bienaline götürdü.
Tartışmasız en etkileyen bölüm Türkiye’ye aitti. Tasarımla Ütopya tanımıyla düzenlenne bienale 30’un üzerinde ülke kendi tasarımlarıyla katılmıştı. Autoban tarafından hazırlanan Dilek Makinesi hem görselliği, hem hayaller kurduran cazibesi hemde en ihtiyaç duyduğumuz “umudu” bize hatırlattığı için çok özel ve anlamlıydı. Konumuz şu anda moda olduğu için Dilek Makinesi’ni bir başka yazıma saklamak istiyorum. Duygusu bende saklı…
Ve Zeynep Kartal… Bursa’dan Manchester’a uzanan bir hikayesi var tasarımcının… Ama ben peri masalı kıvamındaki kolleksiyonundan ve defilesinden bahsetmek istiyorum. Tarihi 1800’lü yıllara dayanan ve Thames nehrinin hemen kıyısında Londra’nın simge binalarından Big Ben’I de kapsayan parlamento binasındaydı defile. İngiltere tarihinde ilk kez bir Türk tasarımcının defilesi düzenlendi, bu mistik mekanda. Koridorlarda yürürken “ülkeler sadece savaşla değil sanatla da feth edilir “ sözü alt yazıydı zihnimde. Pudra, haki ve beyaz renklerinden oluşan koleksiyon; danteller, volanlar ve ipeğin ihtişamıyla sunuldu. Kendine özgü zerafet ve narinlik her bir parçada ruh bulmuştu sanki.
Kültürel zenginliğinin modaya yansıması, sanırım Türk Modasını dünyada ilk sıralara taşıyacak.